Enteresan bir çocukluktu bizimki.
Hayatın neredeyse tüm matematiğinin koşullar, cezalar ve ödüllerden ibaret olduğu sanrısıyla büyüdüğümüz yıllar; canım 80-90’lar.
Yemediğimiz yemeklerin ardımızdan ağladığı,
Çok ağlarsak polis amcaların gelip bizi götüreceği,
Çiçek olup oturmazsak çöp kutusunun yanında tek ayak üzerinde bekletildiğimiz,
Konuşursak adımızın tahtanın kenarındaki “konuşanlar” hanesine yazıldığı,
Saçlarımız örülü yahut yeterince kısa traşlı olmadığı için okula girerken sıradan kenara alındığımız
Çocukların genelde olsun veya yaşlanınca bize baksın diye yapıldığı, yediği önünde yemediği ardında olunca şımarık diye yaftalandığı zalim yıllar..
Erkek adam ağlar mı ile kız kısmısı böyle yapmaz yalanları arasına sıkışmış milyonlarca kız ve erkek çocuğu..
Birçoğumuz sözlü şiddeti öyle kanıksamış ki, ben böyleyim,diye içselleştirmiş;
Bazılarımız da fiziksel şiddeti dahi kanıksamış okulda yenen dayağı eve gelip söylemek gereği bile duymamış küçücük çocuklar.
Yıllar yıllar sonra aslında görünmez olmadığını, kendini, kişiliğini, başarabileceklerini, yumurtayı aslında nasıl sevdiğini, ne tür kıyafetler giyince mutlu hissettiğini, hayır diyebilmeyi, ağız dolusu gülmeyi, dilediği gibi ağlamayı, her haliyle sevilmeye değer olduğunu, hatalarına defolarına rağmen değil aslında onlarla bir kıymetli bir insan olduğunu hep el yordamıyla bulmak zorunda kalmış,
Ağlarsa, başarılı olamazsa, yeterince zayıf, temiz, bakımlı, güzel / yakışıklı veya şahane olmazsa, komşu Fitnat teyzenin kızı/oğlu gibi olamazsa, annesini / babasını üzerse -artık o üzmenin içine aklınıza ne gelirse sığdırın- gerçekten filanca amcalara / teyzelere verileceğine, bakıma, sevgiye layık olmayacağına inanmış bir sürü kız ve erkek çocuğu.
Hiç olmadı annesi ve babası arasındaki bitmek bilmeyen kavgalara alet edilmiş, söyle annene/babana … diye mektup güvercini ilan edilmiş, küçük yaşta büyük büyük insanların çocuklukları yüzünden zamansız büyümek ve dahası, madden ve manen ebeveynleri için hep endişe etmek zorunda kalmış milyonlarca çocuk.
Benim payıma saydıklarımın çoğu düşmedi, şükür;
Ama düşmüş olanlarla bile epeyce sürdü ‘büyümek’.
Şimdi bambaşka sosyo ekonomik çevrelerde büyümüş bambaşka arkadaşlarımın benzer büyüme sancılarına şahit oluyorum.
Ebeveynlikle beraber tetiklenen çocukluk travmalarını, annelik babalık yaptıkça kabukları kalkan yaralarını, büyüdükçe sanki küçülen kalplerini iyileştirmeye çalışmalarını izliyorum uzaktan.
Yol çok uzun…
Çocukluğuna inen, çıkamıyor kolay kolay gerisin geri. Hasılı oturmuş sabah akşam abartıyorsak bazı şeyleri, “yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şeyler var.”
70-80 kuşağının Susam Sokağı çocukları, hepinizi yaralarınızdan ve zor da olsa başarabileceğimize hep inandığım mutlu tasasız yarınlarımızdan öperim.