Evin genç kızı erken kalkıp evi temizler. Hele hele bayramda bir hafta önce başlanırdı temizliğe.

Mutfakta o tereklerdeki kap kacak tamamı indirilir. Örtüler yıkanıp ütülenir. Tencereler tabaklar tek tek yıkanıp kurulanır. Yerine yerleştirilir. Bu çok yorucu bir iştir.

Divan örtülerini yıkamak da çok zordur. Leğende ıslatıp ayağımızla çiğnerdik. Perdeler tüller elde yıkanırdı. Her yer dantel oda takımı olurdu. Tek tek yıkayıp ütülenirdi.

Kapı önü önemlidir. Kapısının önünü pis tutan, evini de pis tutar derlerdi. Kapı önü ve evin hizasındaki sokak boydan boya süpürülürdü. Bütün işler saat ona kadar biterdi normal günlerde.

Ama bayramda ezandan sonra başlardık temizliğe. Erkekler camiden gelmeden kapı önü bile süpürülürdü. Annem de bayram yemeğini hazırlardı. Ailecek bayramlaşır bayram yemeği yerdik.

Yemekten sonra misafir beklenirdi artık. Misafire hizmet, ikram, evin düzeni ve bulaşık evin genç kızının göreviydi, annelerin değil. En zor olanı ise fotoğraftaki divanları düzenli tutmaktı.

Seksenler bu renkli televizyonun yerinde televizyon dolabı ve içinde siyah-beyaz telefunken marka televizyon, altında da regülatör vardı. Regülatör olmadan televizyon çalışmazdı.

Gündüz televizyon yayını yokken arkası yarın dinleniyordu. Gündüz yayınları başlayınca arkası yarınların yerini Brezilya dizileri aldı. O zaman heyecanla izlediğimiz bu 15 ila 20 dakikalık dizilerden sadece bir tanesinin adını hatırlıyorum Rozalinda. Bayramlarda sevilen sanatçılar ve yerli film olurdu.

Boş oturmak diye bir şey asla yoktu. Dizi izlerken bile elişi yapardık. Dantel, oya, kaneviçe, neler yapardık neler. Bazıları bunların örneğini vermek istemezdi.

Mevsim kış ise öğleden sonra herkes birbirine gezmeye giderdi. Öyle şimdiki günler gibi hazırlık yapılmazdı. Ya çat kapı gidilir, yada yarım saat önce çocuk gönderilerek:

_”Müsaitseniz size oturmaya geleceğiz “denirdi.

Misafir gidilen evde genç kız varsa gezmeler güzel olurdu. Anneler sohbet ederken kızlar mutfakta ikramlıkları hazırlardı. Hem de sohbet ederdi.

Sohbet konuları, magazin, televizyon ve dünürcüler olurdu en çok.

O zaman kızların sevgilisi olmazdı. Sevdiği olurdu. Buluşma, el ele tutuşmak falan olmazdı. Uzaktan bakışma, mektuplaşma olurdu sadece.

Ailesi bilmez, çok yakın arkadaşı bilirdi . Sakladığı mektupları annesi bulup da bir araba sopa yiyen çoktu.

Bu kızların çoğu ne yazık ki evlenemezdi sevdiği ile.

Seksenli yılların ikramlıkları kısır, kek, kurabiye ve bisküvili yaş pasta idi. Şimdilerde bunların adı anne keki, anne kurabiyesi, anne pastası oldu. Az kaldı unutuyordum birde mozaik pasta vardı.

Bizim evde yoktu ama pek çok evde kek tenceresi vardı. Bizde dört köşe midi fırın vardı. Birde davul fırınlar vardı ki, kocaman tepsisi ile yapılan kek sülaleye yeterdi.

Annelerimiz börek çörek yapardı ama kızlar pasta yapmayı severdi. Tarif isteyince bazıları vermezdi pasta tarifi, devlet sırrı gibi saklar, yada eksik tarif verirlerdi.

Doksanlara gelindiğinde ise özel televizyonlar ve gazeteler tarif vermeye başladı. Şimdiki gibi internet yok açıp bakacak.

Hafta sonu gazeteler kurabiye, pasta kitapçığı verirdi. Erkenden gidip alırdık yoksa tükenirdi. Bunları biriktirirdik. Dantel örgü modelleri kitapçığı da olurdu. Kazaklarımızı kendimiz örerdik.

Doksanlarda kakaolu ıslak kek moda oldu. Karakız pastası, kunta kinte gibi isimler verilirdi. Yaş pasta çeşitleri, değişik kurabiyeler, pasta kalıpları çıktı. Elmalı kurabiye, çiçek, kurabiye, tırtıl kurabiye vb.

( Doksanlı yılların genç kızları güzel pasta yapar.)

İkramlar hazırlanır çaylar içilirdi. Anneler kızların lafa karışmasını istemezdi.

Çay faslı bitince bulaşık imece usulü çabucak yıkanıp elişiler alınır, kızlar kendi aralarında, anneler kendi aralarında konuşur, hem de elişi yaparlardı.

Leyla Armağan