Adam elindeki valizleri duvarın dibine bıraktı.

Sonra doğrulup derin bir nefes alarak “Güzelmiş anne, değil mi?” dedi.

“Güzel oğlum,” dedi yaşlı kadın.

Bir süre konuşmadan soluklandılar.

Odayı incelediler.

Sonra kadın küçük olan valizi açıp mavi bir entari, çiçekli bir gecelik, bir terlik, birkaç havlu ve bir resim çerçevesi çıkardı.

Resmi yanı başındaki sehpanın üzerine koydu.

Okul önlüklü, asker tıraşlı bir çocuk bakıyordu çerçevenin içinden.

Gözleri dolmuş, dudakları büzülmüş bir çocuk…

Adam pencerenin yanına gidip perdeyi açtı. Odaya solgun bir gün ışığı doldu.

Dışarısı buz gibiydi. Ellerini kalorifer peteklerinin arasına koyup caddeden geçen çamurlu arabaları seyretti biraz.

“Bu dolap sana yetecek mi anne?” dedi kafasını çevirmeden.

Yaşlı kadın oğlunu duymadı bile. Yatağın üzerinde hafifçe yana doğru eğilmiş, gözlerini eskimiş çerçevenin içindeki ürkek bakışlı çocuğa dikmişti.

Okulun ilk günü çektirdikleri resimdi bu. Kadın birden yıllar öncesine gitti.

Bir önceki gün saatlerce okulun ne kadar güzel bir yer olduğunu anlatmış olmasına rağmen oğlunu sınıfa çok zor sokmuştu.

Bütün gün okulda durmuş, her teneffüs yanına gidip,

“Ben buradayım oğlum, seni bekliyorum,” demişti. Ama çocuk her defasında annesinin eline daha bir sıkı sarılıp,

“Beni bırakma anne, çok korkuyorum,” diye ağlamıştı.

Güneş batmak üzereydi. Adam ellerini petekten çekip buğulanmış cama dayadı. “Diğer valizi de aç da eşyalarını yerleştirelim anne,” dedi.

“Sen geç kalma oğlum, ben yerleştiririm. Zaten fazla bir şey yok,” dedi yaşlı kadın.

Titrek ellerini uzatıp oğlunun elini tuttu.

Bir şey diyecek gibi oldu, sonra vazgeçti.

Yutkundu…

“Hem çocuklar merak etmesin.”

Kapı gıcırtıyla kapandığında yaşlı kadın, boyaları dökülmüş odada ürkek bakışlı, asker tıraşlı oğluyla kalakaldı.

Yatakta biraz oturduktan sonra terliklerini giyip perdesi açılmış pencerenin yanına gitti.

Oğlu arabaya biniyordu.

Korkuyordu yaşlı kadın.

Bir gün önce buranın ne kadar güzel bir yer olduğunu saatlerce dinlemiş olmasına rağmen korkuyordu.

Camda hala oğlunun el izi duruyordu. Yanağını usulca yanaştırıp camdaki ize dayadı.

Gözleri dolmuş, dudakları büzülmüştü.

“Beni bırakma oğlum, çok korkuyorum,” diye fısıldadı.

Kelimeler, buğulanmış cama çarpıp eriyerek pervaza doğru aktılar.

Oğlu arabanın açık camından el salladı.

Yaşlı kadınla aynı katta kalanlar o gece kesik kesik bir ağlama sesi duydular.

Zaten huzur evinde alıştıkları tek şey, geceleri koridorlarda dolaşan bu hıçkırık sesiydi.

Salih Uyan