Çocukluk çağında, korkular, utanç ya da endişeler neredeyse hiç olmadan yaşıyorduk. Kendimize ve yeteneklerimize güveniyorduk. Bu yüzden parladık. Ancak, yetişkinliğe yaklaştıkça, özgüvenimiz azalmaya başladı. Neredeyse görünmez olmak istediğimiz bir noktaya kadar.

Görünmez olma arzusu, hayatımızda edindiğimiz sosyal ve kültürel inançların bütününden kaynaklanır. Bu inançlar, daha sonra biz yaşlandıkça güç kazanır. Bununla birlikte, ne olduklarına bağlı olarak, bazı inançlar bizi sınırlayabilir. Örneğin, topluluk karşısında yapılan bir konuşmada başarısız olacağımıza inanır ve de olursak, muhtemelen o andan itibaren bu tür konuşmalar yapmaktan nefret etmeye başlarız. Her ne kadar durum böyle olmasa da, büyük ihtimalle berbat bir konuşmacı olduğumuza inanırız.

Bazı inançlarımız sadece korkularımızı ateşlemeye hizmet eder. Yalnız olma korkusu, bizi seven ve fark eden kimsenin olmaması hakkında duyulan korkudur. Mükemmel bir aileye sahip olmama, en iyi notları almama ya da başkalarını hayal kırıklığına uğratma ve beklenen kriterlere uymama korkusu. Bizimle bir ilgisi olmayan belirli etiketlerle kendimizi tanımlamakta ısrar edersek eğer, o zaman korkularımız bizi anonimliğe geçiş yapma isteğine sürükler.

Ailelerimiz görünmez olmak istememize nasıl neden olabilir

Bizi sürekli baskılayan bir toplumda yaşıyoruz. Öyle ki kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza ve tüm eksikliklerimizi büyüteç altında analiz etmemize neden oluyor. Bütün erdemlerimiz nerede? Onlar gölgeler arasında saklanıyorlar. Orada olduklarının farkına varmamızı bekliyorlar, böylelikle ışığa gelebilirler. Ancak o zaman tam potansiyelimizin farkına varabiliriz.

Peki, görünmez olmamıza neden olan bütün bu korkular hangi noktada şekillenmeye başlıyor? Normalde, ailede. Zamanımızın çoğunu burada geçirdik. Her şey iyi gittiği sürece, bizim için konfor bölgesi haline gelen yerde.

“En derin korkumuz yetersiz olduğumuz değildir. En derin korkumuz, son derece güçlü olmamızdır. Bizi en çok korkutan karanlığımız değil, ışığımızdır. Kendimize sorarız: ben kimim de parlak, güzel, yetenekli ve muhteşem olacağım? Aslında, siz kimsiniz de tüm bunlar olmayacaksınız?”

– Nelson Mandela

Bununla birlikte, bir istisna yaratıp davranışlarımız bizden beklenenden farklı olduğunda, o zaman bu güvenlik ve konfor hissi kaybolur. İşte o zaman korku bizi doldurmaya başlar. Fiziksel çalışmanın çok değerli olduğu bir aile örneğini ele alalım. Sanat alanında ya da bilgisayar programcısı olarak çalışmaya karar verdiğinizi hayal edelim. “Bu gerçek bir iş değil” benzeri cümleler duymanız çok vakit almaz. Kesin olarak bu kelimeleri duymasanız bile ima edilebilir.

Bir destek kaynağı saydığımız kimselerin bizi anlamıyor olduğu gerçeği, özgüvenimizi tehdit eder. Bazı durumlarda kendimizi nasıl değerlendirdiğimizi de etkiler.

Ailemizin inançlarına ve yöntemlerine bağlı kalarak güvenliği yakalayabiliriz. Bizden sık sık beklenen şey, ebeveynlerimizin ayak izlerini takip etmemiz ve onlarınkine benzer bir alanda çalışmamızdır. Ama buna uymadığımız zaman, onlarla birlikte olduğumuzda yaşadığımız korunma hissi bozulur, bu da korku ve kaybolma arzusuna yol açar.

Bizi görünmez kılan 3 korku

Aile, görünmez olmak, diğerleri gibi olmak ve öne çıkmamak isteğine neden olan tek senaryo değildir. Toplumumuzda yeri olan bazı inançlar nedeniyle büyüyen ve kök salan birçok başka korku biçimi vardır.Gerçek benliğimizi ışığa çıkarmamızı engelleyen 3 korku türüne gelin birlikte bir göz atalım.

1. Başkalarının kıskançlığını uyandırma korkusu

Hepimiz, bir şekilde, tanınmak istediğimiz şeyleri yapmamızı sağlayan bazı özel yetenek ya da doğal hediyeler sayesinde benzersiziz. Ancak,öne çıkarsak eğer, bu durumun diğer insanlarda kıskançlığa neden olabileceğini de biliyoruz.

 Bu noktada, hiç şüphesiz, eleştiri, yargı ve reddedilmelerle yüzleşmek zorunda kalacağız.

Bazı insanlar söz konusu olduğunda, geçmiş deneyimlerine bağlı olarak, onayları için başkalarına yönelme eğilimi gösterdikleri için bu durum dayanılmaz olabilir. Parlama arzusu, ama aynı zamanda bunu başarma korkusu, kendimizi iki seçenek arasında bulmamıza neden olur. Bir yanda parlamak ve kendimizi ve yeteneklerimizi göstermek, diğer tarafta ise görünmez olmak ve diğer insanların beklentilerini takip etmek yer alır.

“Kıskanç biri her zaman sizi baştan aşağı süzüp kusur arar. Eğer bulursa, bu konuda yorum yapar. Eğer bulamazsa, bir tane icat eder.”

– Anonim

2. Yalnız olma korkusu

Yalnız olma korkusu, birçok insanı etkisi altına alan bir korkudur. Bu, sırf bizi aralarına kabul etsinler diye başkalarının düşüncelerine uymamıza neden olan bir inançtır. Örneğin, şakacı biriysek, ama arkadaşlarımız bizden utanç duyuyorsa, sırf yalnız kalmamak için bu özelliğimizi değiştirmeye ve bastırmaya çalışırız.

Kısacası, başkalarının bizi kabul etmesi için görünmez olmayı seçiyoruz. Bununla birlikte, kendimize şunu sormamız gerekir: bizi gerçekten olduğumuz gibi kabul etmeyen insanlarla sahiden de birlikte olmak istiyor muyuz? Ama yalnız kalmak da konfor bölgesini terk etmek gibi. Bu yüzden, daha fazla arkadaş ve bizi olduğumuz gibi kabul eden bir partner ya da birini bulamamaktan çok korkuyoruz.

Eğer değişmeye ve gerçek kimliğimizi ortadan silmeye karar verirsek, gerçekte kim olduğumuzu kendimize soracağımız bir zaman gelecektir. Diğer insanların bizim olmamızı beklediği gibi biri olmayı seçmek, neredeyse kendimize ihanet etmek gibidir. Bu, gerçek benliği reddetme türüdür ve uzun vadede bizde büyük üzüntü ve huzursuzluğa neden olacaktır. Kendimizi yeniden keşfetmek için, gerçekten korktuğumuz şeyle yüzleşmek anlamına gelen bir süreçten geçmemiz gerekir. Bu karmaşık bir yoldur ancak sonunda hedefe ulaştığımızda tatmin edici olacaktır. Kendimizi gerçekten bulmaktan daha güzel bir şey yoktur.

3. Toplumsal kimliğimizi kaybetme korkusu

Çocukluğumuzda ailemiz bize elimize geçen hiçbir şeyi hak etmediğimizi öğrettiyse eğer, o zaman büyük olasılıkla buna inanarak büyüyüp yine buna göre hareket ederiz. Bu şekilde sadece bir hediyeyi hak etmediğimizi düşünmekle kalmayıp aynı zamanda sevgiye de layık olmadığımıza da inanabiliriz. Böylelikle “liyakatsiz” bir kimlik benimsemiş oluruz.

Garip bir şekilde, bize olduğumuzu söyledikleri şeyleri kaybetme korkusu duyarız. Gerçekten özdeşleşmediğimiz şeyleri, neredeyse kabul etmek zorunda bırakıldığımız bir kimliği kaybetmekten korkarız. Bu yüzden bazen herhangi bir ilerleme kaydetmek bizim için çok zordur. Kendimize, kim olduğumuzu düşündüğümüze ve biz kim olduğumuz söylenene göre işleyen bir dünya inşa etmişizdir. Bundan dolayı, farkında olmadan ve bunu yapmak istemeden, herhangi bir sevgi işaretinden kaçıyoruz.

Bu nedenle, bunları “unutmak” çok önemlidir. Sahip olduğumuz iç dünyaya dalmamız ve gerçekten kim olduğumuzu bulmamız gerekir. Neden mi? Çünkü çoğu zaman görünmez olmayı seçtik, çünkü başkalarının hakkımızda sahip olduğu görüşlerin doğru olduğuna inanıyoruz.

“Kendini bir yağmur damlasında, gökkuşağının renklerinde, gökyüzünün maviliğinde, toprağın gücünde bul; neresi olduğu fark etmez, sadece kendin bul.”

– Alejandro Jodorowky

Belki de şimdiye kadar hep görünmez olmayı seçtik, ama bundan sonra böyle olmayı bırakma kararı alabiliriz. Başkalarının bize dayattığı etiketlerden ve yalnızca bizi sınırlayan korkulardan kurtulmaya karar verebiliriz. En iyi arkadaşı kendimizde bulmak için çaba gösterebiliriz!

 

Kaynak: Aklınızı Keşfedin