Buluşmak ne kadar özel bir kelime, anlamı ne kadar güçlü…
Buluşmak, bulmak kökünden geliyor. Bir buluşma aslında buluşanların karşılıklı olarak birbirlerini buldukları bir etkinliği ifade ediyor.
Peki, bu ne demek? Buluşmak karşımdakinin iç dünyasında, ruhunda, aklında, yaşamında neler olup bittiğini bulmak anlamına geliyor. Bu pasif bir durum değil, aktif, benim harekette olduğum bir durum.
Yani şöyle değil: “Eee anlat bakalım ne oldu bugün?” sorusunu sormak yeterli değil. Karşımdaki anlatacak, ben de dinleyeceğim, sonra da ben anlatacağım o dinleyecek… Bu iletişim tarzı bulmak anlamına gelmiyor.
Şu, örneğin, daha “doğru” bir buluşma: “Ne oldu yahu, canın sıkkın gördüm seni?” Karşımdaki “yok, hiçbir şey olmadı“ dediğinde bu cevapla yetinirsem üzerime düşeni yapmış olmuyorum. Biraz deşmek, üstüne gitmek lazım.
Belki “vallahi, bana hiçbir şey yokmuş gibi gelmedi, bence var”, ya da “suratın hiç öyle söylemiyor” belki de “bak görüyorum ki canın sıkkın, belki şu an anlatmak istemiyorsun ama ben dostun olarak senin yanındayım ve ısrar ediyorum, bana anlat, belki birlikte düşünmek sana da iyi gelir.”
Bulmak için aramak gerekir, çabalamak, görünenle yetinmemek, biraz altına, sağına soluna bakmak, biraz da üstelemek gerekir. Ama bundan baskı yapmak, ya da zorlamak anlaşılmasın.
O sorgulamak, ağzından laf almaya çalışmak kısmına girer. Bir buluşmadaki bulmak, hazır önüme gelenle yetinmek değil, karşımdakinin haleti ruhiyesine dokunmak, uzanmak, onun ruhunun, duygularının, aklının derinliklerine ulaşmak anlamına gelir.
Bunu iki tarafın da yaptığı buluşma, gerçek bir buluşmadır.
Peki çok önemli bir soru; biz çocuklarımızla gerçekten buluşuyor muyuz? Yoksa onları sorguluyor ya da sadece merak ettiklerimizi mi anlatmalarını istiyoruz.
9 ya da 10 yaşındaydım. Hayatımın odak noktası futboldu. Ders çalışma zamanlarımın dışındaki her şeyimi futbol kapsıyordu. Bir gün yemek masasında annem ve babama maçta olan bir şeyi anlatıyordum, sanırım güzel bir gol atmıştım.
Heyecanla başladım, babama anlatıyordum, daha ikinci dakikasında babam kafasını anneme çevirip “Emine ne oldu o bizim iş…” diye devam etti. Kalbimin kırıldığını, önemsenmediğim, insan yerine konmadığımı o an hissettiğimi çok net hatırlıyorum.
O masada ben sadece bulunuyordum, ama kimse beni bulmak için çaba sarf etmiyordu.
Geçenlerde yan masada yemek yiyen baba ve oğlunda da durum aynıydı: Baba iki elinin baş parmaklarını çocuğa uzatarak; “söyle bakalım futbol mu, basketbol mu?” dedi. Çocuk “basket” dedi.
Baba “tamam seni basketbola yazdırayım o zaman” deyince, çocuk adeta isyan eder gibi “hayır baba kaç kere söyledim ben aşçılık kursuna gideceğim” dedi. Baba yemeğin kalanında hep konuştu. Basketin faydalarından uzun uzun söz etti. Baba çocuğu bulmak için çaba sarf etmiyordu.
Belki çocuğunuz okuldan üzgün gelmiştir. Nedenini sorduğunuzda, “bugün sınıfta Hoca bir soru sordu, bilemedim, canım sıkıldı” türü bir laf etmiştir. Ona “amaaaan buna mı üzüldün, git yemeğini ye” dediğimizde onunla buluşmuş olmayız.
Ya da “tamam ben yarın öğretmeninle konuşurum, seni kırmamasını öğretirim ona” dediğinizde (zaten bu doğru bir davranış değildir, o bir tarafa) gene çocuğunuzla buluşmamış olursunuz. Mesela şöyle bir cümle daha iyi olabilir “Hmmmm canın sıkıldı. Tahmin edebiliyorum. Anlatsana tam olarak canını ne sıktı?” Yani, çocuğa kendisini sormaktan söz ediyorum. “Sen şu an ne hissediyorsun, ne düşünüyorsun, ne istiyorsun, tam olarak ne yaşadın?” şeklinde çocuğu anlamaya yönelik bir iletişim ortamından söz ediyorum.
Bazen veliler şunu söylüyorlar; “Hocam anlatmıyor ki, o kadar soruyoruz, gene de anlatmıyor.” Evet, bazen anlatmak istemeyecekler, buna da saygı duymamız gerekiyor.
Ama yanından “anlatmazsan anlatma sen bilirsin” diyerek mi, yoksa “zaten sana soranda kabahat” diyerek mi, yoksa “anladım, şimdi anlatmak istemiyorsun, ama istediğin zaman ben yanındayım, dinlemeye hazırım. Senin duygu ve düşüncelerin benim için önemli, ben duymaktan ve anlamaktan keyif alırım. Sen hazır olduğunda ben buradayım” diyerek mi ayrılacağız?
Anlatmamanın bir nedeni de anlatılanları zaman zaman çocuklarımızla dalga geçmek, alay etmek vesilesi olarak kullanmamız. Diyelim ki yukarıdaki örnekte çocuk “canım sıkıldı, çünkü Ayşe’ye rezil oldum, halbuki ondan hoşlanıyorum” demiş olsun.
İki gün sonra babanın eve gelen misafire “bizimki sınıftaki şapşal bir kıza aşık oldu, artık kafası basmıyor, sorulara cevap da veremiyor” dediğini düşünün. O çocuk bir daha anlatır mı? Ya da annesinin “eee ben sana kaç kere bırak oyalanmayı da ders çalış dedim, çalışmazsan böyle olur işte” dediğini düşünün. Çocuk anlatmaya devam eder mi? Ya söyledikleri aleyhine delil olarak kullanılırsa?
Peki, çocuklarımıza hiç mi tavır koymayacağız? Elbette ki gerekli durumlarda tavrımızı, kararlılığımızı açık ve güçlü biçimde göstereceğiz. Disiplin olmadan sağlıklı insan ve toplum olunamaz. Ama sadece gerekli durumlarda…
Çocuğun ruhunu, aklını, duygularını ve hayatını anlamak ve bulmak için çaba sarf etmeyi gerçekleştirmek ailenin birinci önceliği olmalıdır. Bu ailedeki iletişim ortamını çok güçlü hale getirecektir ve ancak gerçek buluşmalar bunu sağlayabilir.
O halde buyurun bu akşam çocuklarımızla buluşmaya…