Çocuk, annenin ruh dünyasının aynasıydı; o mutluysa mutlu, hüzünlüyse hüzünlü, sinirliyle hırçın…
Ali’nin montunu hışımla giydirirken, bir taraftan kayınvâlidesinin söylediği eleştiriler, bir taraftan eşinin ona destek olması, aklında büyük fırtınalar oluşturuyor, bu dalgaların içinde Ali azarlanarak çocukluk sevinci buruluyordu. Fadime Hanım;
“-Giy diyorum sana işte! Bir türlü beceremedin kolunu monta giydirmeyi… Babana mı çektin anlamıyorum ki?!”
Annenin duygu ve düşünce dünyası ezildiği veya hor görüldüğünde, bunun cezası her zaman çocuğa kesiliyordu. Güçlünün güçsüz olanı ezmesi, haksızlık yapılanın hıncını kendisinden bir altta olandan çıkarması, negatif insânî bir içgüdüydü belki… Ancak bu içgüdünün, mâsumiyetin her zerresinde apaçık göründüğü bir yavrudan çıkarılması, vicdanı oldukça rahatsız ediyordu. Çocuğun karakterine yapılan bu haksız eleştiri ve öfkelenmeler, onu anlık sinir ve ağlama nöbetlerine mâruz bıraktığı gibi, rûhunda bir ömür kalacak yara izleri açıyordu. Ali:
“-Anne, giymeye çalışıyorum ya…”
Annesinin öfkesine o da ayna olmuş, dört yaşında olan minik bedeni sinirle titreyivermişti birden… Hızla fermuarını çektikten sonra, aynı tavırla kapıyı kapatıp Ali’nin elini tuttuğu gibi, önde Fadime Hanım, arkada küçük Ali yürümeye başladılar.
Ağzına sıkı sıkı bağlanmış atkı yer yer düşüyor, soğuktan kızarmış burnu birkaç saniye göründükten sonra, elini cebinden çıkarıp tekrar kapatıyordu Ali… Annesinin sinirli söylenmeleri ise havada buharlar oluşturuyor, Ali; annesinin öfkesinin bu buharlarla havada uçup gittiğini hayal ediyordu.
“-Bu adâletsizlik!.. Benim gibi senelerce okumuş, mühendis olmuş, kariyerli bir hanımın evde oturup çocuk bakması, yemek pişirmesi, bir de üzerine beğenilmeyip kayınvâlide, eş dırdırı çekmesi büyük haksızlık!.. Âh, âh! Dünyanın cilvesi… Nasıl mevkilerde olabilirdim hâlbuki…”
Ali, mavi gözlerini kaldırıp arada buharlara bakıyor:
“-Şimdi bitecek, siniri şimdi geçecek!” diye o da atkısının altında konuşuyordu.
ANNENİN RUH AYNASI
Çocuk, annenin ruh dünyasının aynasıydı; o mutluysa mutlu, hüzünlüyse hüzünlü, sinirliyle hırçın…
Birazdan bekledikleri otobüs geldi. Soğuk havanın sert tesirinden sıyrılıp, otobüsün sıcak, ama sevimsiz havasına sığındılar. İçeride oksijen oranı oldukça düşük, üzüm salkımı gibi dizilmiş oturan insanların nefesleri birbirine karışmıştı.
Oturacak yer bulamayan anne ve oğul, sırtını demirlere yaslamıştı; etraftakilerin tepeden tırnağa şöyle bir baktıklarını fark ettikten sonra onlar da otobüsteki insanları izlemeye başladılar. Tam karşılarında, kucağında bebeği, yanında eşi olduğunu düşündüğü bir adamla oturan bir kadıncağız vardı. Kucağındaki çocuk sessizce dışarıyı seyrediyor, arada annesine bakıp gülümsüyordu. Annesi de büyük bir sevgi ve merhametle onunla konuşup, saçlarını okşuyor, zaman zaman çocuğun üzerindeki battaniye açılınca onu düzeltiyordu. Yanlarında oturan babaları ise bu tabloyu hayranlıkla seyredip tebessüm ediyordu.
Fadime Hanım, onları biraz izledikten sonra röfleli saçlarını arkaya doğru atıp:
“-Hıh, kendilerince mutluluk oyunu oynuyorlar!” diye başını cama doğru çevirdi.
Hareketli bir çocuk olan Ali, annesinin paltosunu çekiştiriyor, atkısını düşürüyor, almak istiyor, demirlerde elleriyle resimler yapıyor, otobüste bir türlü yerinde duramıyordu.
NE YARAMAZ ÇOCUKSUN SEN
Fadime Hanım, düşünceler içinde dışarıyı seyrederken cebinden telefonu düştü. Ali, annesinin fark etmediğini görünce, kendisi almak için eğildi. Otobüs ilerledikçe kayan telefonun arkasından gitti, küçük Ali… Tam eğilip telefonu eline aldığı anda, otobüsün aniden fren yapmasıyla başını yere vurdu ve korkuyla ağlamaya başladı. Fadime Hanım, hızla yanına yaklaşıp, başını kontrol etti. Bu esnada önemli bir şey olmadığını görünce yine söylenmeye başladı:
“-Ne yaramaz çocuksun sen! Cebimden telefonu alıp düşürdün. Bir de üzerine kendin düştün. Allâh’ım ya… Rezil ettin beni, rezil…”
Ali, annesinin sesinin kendi sesini bastırması üzerine hıçkırıklarını içine atmış, artık iç çeke çeke ağlıyordu. Kucağında battaniyeye sarılı çocuğuyla oturan kadın dayanamadı ve müdahale etti:
“-Hanımefendi… Aslında olay, zannettiğiniz gibi değil…”
Ağzını açmasıyla Fadime Hanım’ın onu susturması bir oldu:
“-Aaaaa öyle mi? Nasıl zannediyormuşum acaba? Kucağınızda çocuğunuz, yanınızda eşinizle oturmuşsunuz. Oradan bana yorum yapmanız kolay tabi… Ben bu çocukla neler çekiyorum, haberiniz yok. Ee, tabiî anlamazsınız da… Sizin çocuğunuz usul usul oturmuş, sürekli tebessüm ediyor. Kocaman çocuk, ağzını açıp tek kelime etmedi. Konuşun konuşun, hadi nasihat edin şimdi siz de bana, herkes gibi… Oradan konuşmak çok kolay, hiçbir şey bilmeden konuşmak çok adâletli, değil mi?”
Kadın tek kelime cevap vermeden başını çevirdi. Dolu dolu olan gözlerinin görünmemesini istiyordu. Kucağındaki oğlunun saçlarından öptü. Babaları:
“-Durağa az kaldı, hanım. Oğlanı hazırla!” deyince silkelendi, kendisine geldi.
Güçlü olmalıydı. Çantasından ceket çıkarıp, oğlunun üzerindeki battaniyeyi kaldırdı. Babası da arkaya doğru ilerleyip tekerlekli bir sandalye getirdi. Çocuğun bacakları doğuştan yoktu. Otobüste bir an uğultu başladı.
BAĞIŞLANMA MAKAMI
Fadime Hanım, söyledikleri yüzünden kıpkırmızı kesilmiş, ne hissedeceğini bilemez hâldeydi. Pişmanlık mı, şükür mü, özür mü? Şimdi onun gözleri dolu doluydu. Hasta çocuğa ceketini sakince giydiren annenin yanına yaklaşıp:
“-Çok özür dilerim, ne olur beni bağışlayın!”
“-Estağfirullah. Bağışlama makamı Allah’tır. Pervasız sözleriniz için siz O’ndan özür dileyin. Allah bütün mahlûkâtına lütfuyla ve adâletle hükmetmiş… Kimini kimine imtihan vesîlesi olarak, nîmetlerini ve sıkıntıları farklı şekilde dağıtmıştır. İnsanın gönlünden geçiyor tabi; benim de oğlum yaramazlık yapsa koşarak, konuşabilse de başımızı ağrıtsa diye bazen… Ama bizim O’na olan teslîmiyet ve inancımız sonsuz… Umarım Allah sizin de kalbinize ferahlık verir.”
Babaları kolundan yavaşça tutarak:
“-Hadi hanım, geldik!” diyerek otobüsün iki dakikadır açık, buz gibi hava gelen kapısını işaret etti.
Ortam yaşananların tesiriyle öyle buz tutmuştu ki, kapının açık olması ne dizi ağrıyan yaşlıları, ne küçük bebekli anneleri ilgilendiriyordu.
Herkes yavaş yavaş araba ve hasta oğullarını merdivenlerden indiren bu mutlu ve teslîmiyet örneği âileyi seyrediyordu.
Kaynak: Büşra Küçüksucu, Şebnem Dergisi, Sayı: 176