Bir zamanlar öğretmenlik yaptığım disiplin ve başarı odaklı bir okulda, en küçük çocuklar bile tipik bir okul gününe aynı şekilde başlardı: Okul marşını ezbere okuyarak.
“Ben bir …. öğrencisiyim!” diye söylemeye başlardı 200 çocuk birden. Müdür masaların arasında dolaşırken, bir taraftan da çocukların onun hareketlerine göre başlarını çevirip çevirmediğini ve onu gerçekten takip edip etmediklerini kontrol ederdi. Eğer bir çocuk kendini tutamayıp kıkırdarsa, derhal Sessiz Alana gönderilirdi.
“Kim olduğumu, kim olacağımı ve hayatta ne yapacağımı belirleyebilecek güce sahibim.” Baş parmaklarıyla göğüs kafeslerini işaret ederlerdi, kollarını uzatıp sonra da aynı anda ellerini yumruk yaparlardı. “Mükemmelliğe ulaşmaya odaklanacağım.”
Ya ben? İkinci sınıf öğrencilerimden birinin, kıyafet kurallarını tam anlamıyla hiçe sayarak neon yeşili çoraplar giydiğini fark ediyorum. Sözleşmeme göre ona çoraplarını çıkarmasını söylemek ya da müdür odasına göndermek zorundayım. Gülümsüyorum ve kafamı başka tarafa çeviriyorum.
“Akıllıca seçimler yapacağım çünkü kendime, takım arkadaşlarıma ve okulumdaki herkese değer veriyorum.”
Bu kez dikkatimi yanımdaki anasınıfı masasına veriyorum. İzlemeyi en sevdiklerim onlar. Ne yapacakları önceden belli olmayan, tahmin edilebilir olmayı henüz öğrenmemiş olan bu minik çocuklar.
Çoğu kelimeleri itaatkar bir şekilde söylüyor: “Bugün, benim başarıya giden yolumdaki bir adım!” Aldıkları işaretle, küçük yumrukları havaya kalkıyor.
Müdür gülümsüyor ve yemekhanenin önüne doğru dönüyor. Sessiz Alanda donuk suratlarıyla oturan bir grup çocuğu görmemezlikten gelerek “otonomi” ile ilgili çok akılda kalıcı bir şarkı söylemek üzere olduğumuzu bildiriyor.
Ama ben kıkırdıyorum. Yanımdaki anasınıfı öğrencisi “başarıya giden yol” yerine “bahçeye giden yol” diyor çünkü.
Küçük Sınıflarda Başarı
Bu okul başarıya takıntılı. Öğrencileri her gün bu konuda marşlar söylüyor; duvarları, üzerinde kalın ve parlak renkli harflerle başarı “reçeteleri” yazan afişlerle kaplı. Ve okulun savunucuları bunu iddia ediyor, çünkü onlara göre bu okul ülkedeki en yüksek test sonuçlarına sahip olduğu için çok başarılı.
Bu test sonuçları bütün hikayeyi anlatmıyor elbette, ama anlamsız da değiller. Okulun en küçük öğrencileri de çok şey yapabiliyor. 5, 6 ve 7 yaşındaki, her sabah güne başarıyla ilgili marşlar okuyarak ve yumruklarını sıkıp havaya kaldırarak başlayan bu çocuklar, kendilerini hem kişisel olarak hem de kağıt üzerinde net bir şekilde ifade edebiliyorlar; kavrama yeteneği yüksek birer okuyucu ve yaratıcı, mantıksal çıkarımlarda bulunan birer matematikçiler aynı zamanda. Her dersin bir standarda göre sıraya koyulduğu dokuz saatlik (evet, dokuz!) bir okul gününde, üzerlerindeki tırtıl şeklindeki etiketlerde ismi yazan bu öğrenciler kelimenin tam anlamıyla Okuma Düzeyi Dağına tırmanıyorlar. Bu da, akademik kilometre taşlarına daha geleneksel okul ortamlarındaki akranlarından daha erken ulaşmalarını sağlıyor. Çünkü bu okulda günler geleneksel okullardaki gibi altı değil dokuz saat. Ve bu okuldaki çocuklar, doğrudan ders anlatımının daha az yoğun olduğu, oyun temelli keşfin daha fazla olduğu okullardaki çocuklardan çok daha ilerideler.
Eğer akademik becerilerin erken kazanılması – uzun vadeli hedeflerin peşinden gitme gerekliliği hakkında sürekli mesaj verilmesiyle birlikte – uzun vadeli başarının ana belirleyicisi olsaydı, böyle bir okuldaki küçük çocukların “başarı yollarına” açık ara önde devam ediyor olmaları gerekirdi. Ama öyle değiller.
Ergenler bocalıyor
Bu okuldaki çocukların çoğu ergenliğe geldiklerinde bocalamaya başlıyor. Üniversiteye giriş sınavı yüzdeleri, test sonuçlarından oldukça düşük. Çoğu öğrencisi en seçkin üniversitelere giremiyor. Girdikleri üniversitede de bocalıyorlar. Anasınıfından başlayarak bütün eğitim kariyerlerini yoğun ders gördükleri sınıflarda geçiren, “mükemmellik” ve “başarı” gibi uzun vadeli büyük hedeflerin peşinden koşan bu öğrencilerin büyük çoğunluğu eğitim hayatlarının devamında pek de başarılı olamıyorlar.
Peki bu neden böyle oluyor? Neden akranlarından çok daha erken okumayı öğrenen bazı çocuklar, daha ileride önem kazanacak alanlarda başarısız oluyorlar? Neden anasınıfından başlayarak eğitimleri her yönüyle üniversiteden mezun olmaya göre düzenlenmiş çocuklar üniversiteden mezun olmakta bocalıyor?
Hem bu okulda hem de başka okullarda öğretmenlik yapmış biri olarak kendi deneyimlerden yola çıktığımda hala kendimi şu soruları sorarken buluyorum: Acaba küçük çocukların bu kadar fazla şeyi bu kadar erken başarmalarını sağlayan eğitim yöntemi, aslında onların uzun vadeli beklentilerini mi engelliyor? Ya bu tür disiplin ve başarı odaklı okullardan mezun olanların yaşadıkları zorluklar, akademik değil de daha çok sosyal ve duygusal eksikliklerini meydana çıkarıyorsa? Ya çocuklar, günde dokuz saatlerini bir öğretmen tarafından belirlenen akademik çalışmalarla geçirmek yerine, günlerinin çoğunu büyüdüklerinde karşılaşacakları sorunların üstesinden gelmelerini sağlayacak becerileri geliştirmekle geçirseler ne olur? Mesela arkadaş edinmeyi öğrenmek, sanat yapmak, ilgi alanlarını ve kendi kimliklerini keşfetmek ve yaratmak gibi gelişimlerine uygun aktiviteler yapsalar ne olur?
Gelişime uygun aktiviteler
Kimilerine göre bu yaklaşım, bazı yaygın düşüncelerle çelişiyor: Treni ne kadar erken yakalar ve binersen, o kadar uzağa ve o kadar çabuk gidersin. Nitekim bu tür akıl yürütmeler, disiplin ve başarı odaklı okulların liderlerinin ana motivasyonu gibi duruyor. Tabii bu insanların ne kadarının çocuk gelişimi konusunda uzman olduğu tartışma konusu.
Bu tür “ne kadar erken, ne kadar hızlı, ne kadar ileri” düşüncesi, eğitime uygulandığında işler rayından çıkıyor. Çünkü çocuk gelişimi düz bir çizgi değildir ve çoğunlukla değişmez evreleri vardır. Tıpkı gelişimsel olarak normal olan çocukların yürümeyi öğrenmesinin belli bir aralıkta gerçekleşmesi gibi, sayısız bilimsel araştırma altı-yedi yaşında okumayı öğrenen bir çocuğun akademik becerilerinin okumayı dört yaşında öğrenen bir çocuktan daha zayıf olmadığını söylüyor.
“Çocukları, zaten kazanacakları akademik becerileri kazanmaları için zorlamak ve bu arada büyüdüklerinde başarılı olmalarını sağlayacak gelişimlerine uygun aktivitelerden onları mahrum etmek tam anlamıyla dar görüşlülüktür.”
Küçük çocuklara gelişimsel olarak daha uygun bir müfredat uygulamak, kısa vadede düşük test sonuçları getirebilir ama uzun vadeli etkilerinin – gerçek başarı ölçüleri anlamında – bunu telafi edeceğinden eminim.
Belki de küçük çocukların çocukluklarını uzun uzun yaşamalarına izin vermek, mükemmelliğe ulaşmaya odaklanmaları için gerekli olan gerçek becerileri onlara getirecektir. Belki de uzun vadede daha fazla akıllıca seçimler yapmalarını sağlayacaktır. Belki de yanı başımda yumruğunu havaya kaldıran küçük çocuk, başarı ile bahçeyi karıştırırken bildiği bir şey vardır.
Kaynak:https://www.egitimpedia.com/cocuklari-daha-erken-ve-daha-hizli-ogrenmeleri-icin-zorlamak-gelecekte-onlara-ne-kazandiracak/