İlk okulu tam 7 yılda bitirmiştim.
Neden mi?
Bir öğretmenim vardı, sınıfa her girişimde beni sürekli aşağılar, hakaret ederdi.
Ben de her derse giriş zili çaldığında, nedense ayaklarım geri geri giderdi. Ve sınıfa en geç giren öğrenci olma başarısını elimde tutarken öğretmenim de sözel fırçayı esirgemezdi:
“Oo, işte tembel öğrencimiz de geliyor,” diye karşılardı.
Sonrası daha acıtırdı.
Çöp kutusunun yanında tek ayak üzerinde teşhir edilmeden önce, elindeki uzun cetvelle parmak uçlarım acının en koyu rengini tadardı…
” Uff,” bile diyemezdim!
Acının yeri takas olurdu: Arkadaşlarımın kahkahalarına, bakışlarımla kin öfke biçerdi. O yıllarımı bugün bile buruk bir hüzünle anımsarım.
Öğretmenimin duygusal hırpalamaları ders aralarında da devam ederdi.
Teneffüslerde koşarken beni yakalar, beyaz yakamdan tutardı:
“Aptal öğrenci, nereye böyle?” derdi.
Çimdik atardı kollarıma.
Annem beni yıkarken bakır leğende, sorardı kolumdaki derin çizik ve morlukları:
“Nasıl oldu bunlar?”
Verdiğim yanıt hep aynıydı.
“Arkadaşlarımla kavga ettim.”
Bir dayak da annemden yerdim, sebepsizce…
Tabi bu hakaretler, bilinçaltımı ne şekilde etkilediyse en basit derslerimde dahi başarısız olurdum.
1. sınıfta müzikten kaldım.
4. sınıfta matematikten kaldım.
7. yılda 5 sınıfı tam geçememiştik.
Sınav olduk da geçmiştim.
Müzik sorusu: Bize bir şarkı söyler misin?
Yanıt: Daha dün annemin kollarında…olmuştu.
Matematik sorusu: Çarpım tablosunu bize okur musun?
Yanıt: Ezbere olmuştu. Bilemediğim yerleri ardıma sakladığım parmaklarımı abaküs yerine sayarak başarmıştım…
Ve öyle haketmiştim diplomamı.
Elime diplomamı tutuşturan Muhterem öğretmenim, kulağıma şöyle fısıldamıştı:
“Biliyor musun? Sen hayatta hiç adam olamayacaksın kızım?”
Kulağımdan hiç gitmez o biber acısı, yürek yakan sözleri…
Ortaokulu hep matematik ve ingilizceden ikmale kalarak bitirmiştim.
3. yılın sonunda üç ders yılın sınavlarını ter dökerek atlatmıştım. Şükür ki, çift dikiş yapmayıp, sınıfta kalmadan geçmiştim sınıflarımı.
Ama ilkokul öğretmenimin aklımdaki izleri hiç silinmiyordu…
Gelelim liseye…
Özel bir Amerikan kolejini alın terimle kazanmıştım.
Tam 4 yıl sıkı çalışıp, üst üste her dönemi takdir alarak mezun olmadan önce yine “4 yıllık diploma hakkı” için sınavlara çalışmak zorunda kalmıştık.
Ve başardım.
Derece alarak, 4 yıllık başarım nedeniyle okul 2.si,
İngilizcedeki 4 yıllık başarımdan dolayı okul birincisi olarak Amerikan Büyük Elçisi William Macomber’ın elinden aldığımda, aptal olmadığımı anlamıştım.
Kendimle o ödül gecesinde gurur duymuştum.
Çünkü o gece kulağımda Necla öğretmenimin sesi bana dünyalara bedel bir ödül olmuştu.
“Bu ödülle iki insan olmayı başardın sevgili öğrencim. Kutlarım seni.”
Ve o gece yıllar öncesinde beni hırpalayan, acı akisler çizen o sesin yerini, kendi iç sesimle değiştirmeyi başarmıştım.
“Bak adam değil başarılı iki insan oldum öğretmenim.”
İlkokul öğretmenim niçin, neden bana öyle takıntılı davranırdı?
Bunu tam anlamış değildim. Belki yaramaz bir öğrenciydim. Belki tembeldim.
Ama o kötü anlık hırpanışlarımı asla unutmadım.
Gerçekten bizim o siyah beyaz önlüklü okul yıllarımızda dirseklerimiz sıralarda çürümüştü.
Hem de acıtılarak…
(Melek öğretmenlerimizi tenzih ediyorum…)
Kaynak: Emine Pişiren