16 yaşındaki kızlarının sürekli kendi odasına kapanmasını “asosyallik” olarak değerlendiren bir anne baba yardım almaya gelmişti.

Halbuki kızları oldukça sosyal, cıvıl cıvıl ve cana yakındı. Genç kız, aile içindeki durumu şu çarpıcı cümlelerle özetlemişti:

“İçeride otursam ne olacak ki… Ne konuşabilirim ki onlarla… Yarım saatte bir ancak iki kelime çıkar anne babamın ağzından… O da ya ‘niye öyle oturuyorsun… ödevini yaptın mı… yine tırnaklarını yemişsin…’ gibi eleştirilerdir ya da, ‘ben senin yaşındayken’ diye başlayan vaazlar… Ne yapayım, ben de odama çekiliyorum WhatsApp’tan arkadaşlarımla sohbet ediyorum…”

Bu anne babaya çocuklarının düşüncesini aktardığımda baba oldukça sinirlendi:

“Ne yapacakmışız, çıkıp oynayacak mıymışız… Tabii, onun arkadaşları gibi vurdumduymaz olsak bizi de beğenir!” diye karşılık verdi.

Bu baba, kızlarının en cıvıl cıvıl olduğu çağda, ona yakın olmak, duygularına eşlik etmek yerine, baskın bir duruşla kızını yönetmeyi tercih ediyordu.

Baskınlığının kökeni ise kendi beninin duyarsız yanlarıyla ilgiliydi.

Gerçek duygularla ortaya çıkan davranışlar çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar.

Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, birçok yetişkin, çocuklarını terbiye edebilmek için kendi duygularını bastırmayı, gergin ve öfkeli görünmeyi marifet zannediyor.

Böylece çocuklarını kontrol altında tutabileceklerine inanıyorlar…

Halbuki hiçbir çocuk kendi duygularına eşlik etmeyen bir anne baba ile (kişiliğini zarara uğratmadan) erdemli davranışlar kazanamaz.

Çocuğun ebeveyn korkusuyla edindiği bütün erdemli davranışlar bir “hiç”ten ibarettir.

Ebeveyn baskısı artık kendisini çok da etkilemeyen çocukların, kazandıkları erdemli davranışları tek tek bıraktıkları bir gerçektir.

Tam da bu noktada, küçük bir ayrıntıdan bahsedelim.

Bazı durumlarda, çocuk baskı ve zorlamalarla elde ettiği olumlu davranışları bütün bir ömrü boyunca sürdürebilir.

Birçok ebeveyn, anne babasından ceza alarak, belki de dayak yiyerek elde ettiği erdemli davranışları yetişkinlik yıllarına taşımıştır.

Böylesi anne babalar, “Biz de dayak yedik ama hiç de kötü insan olmadık” yanılgısı içindedirler. Böyle yetiştirilmiş kişiler elde ettikleri olumlu davranışlara rağmen, gerçek benliklerinin yapısını kaybettiklerini bilmezler.

Baskı ve zorlamayla olumlu davranış kazanmış kişiler, gergin, agresif ve tahammülsüzdürler.

Kazandıkları olumlu davranışlara rağmen, kişiliklerinin doğal yapısını kaybettiklerinin farkında değildirler.

Duygularını bastırmayı becerebilen bu kişiler çevreleri tarafından da otoriter olarak görülürler. Çocuklar onlarla bağ kurmaktan çekinir.

Bu kişi, çocuğun kendi anne babası da olsa böyledir. Zira çocuklar duygularını okuyamadıkları kişilerden ürker, kendilerini sakınırlar.

Duygularını bastırmış, gergin görünen bir babaya, “Neden böyle duruyorsunuz, azıcık tebessüm etseniz” dediğimde, “Ben azcık tebessüm etsem herkes cıvıtır…” diye karşılık vermişti. Bu babanın “cıvıtır” derken kastettiği şey, duyguların yaşanır vaziyete gelmesidir.

Birçok ebeveyn, çocuğunun özgür duygularıyla yaşamasından kaygı duyar.

Farkında olmadan kendilerini katı tutarlar ki çocuk duygularını özgürce yaşamasın…

Böyle bir bakışa sahip anne babalar duyguların yönetilmesinin onların bastırılması ile mümkün olduğuna inanmışlardır. Halbuki, bastırılan hisler kişinin yönetemeyeceği duygulara dönüşür.

Duyguların yönetilebilmesi ancak gerçekçi duyguların özgürce yaşanabileceği ortamlarda mümkündür.

Pedagog Adem Güneş