Metrodaki kadın elindeki ekranı gösterip diyor ki arkadaşına: “Oha lağğn sevgilim olsaydı bunu yarın ona aldırırdım kesin abi baksanaağğ!”
Oha lan olan cevap veriyor: “Beyza’nın sevgilisi ne almış biliyor musun? Üç kiloluk Nutella qızııım aha böyle kafam kadar!”
Fakir ruhumu da alıp kendi ekranıma döndüm…
Sevmenin sevilmekten bir adım geriden geldiği zamanlar diye düşündüm.
İnsanların sevmeye değil de, daha çok nasıl sevilebilirim için yatırım yaptığı boynundan değil beyninden urganlı zamanlar.
Çiçekleri sevdiğini iddia edip, onları kopararak en sevdiğine armağan etmeye çalışan insanların bocaladığı samimiyetsiz zamanlar.
“Sen benimsin” demenin aşk olduğunu zannedenlerin, “ben seninim” diyenlerle kavgasına denk geldiğimiz zamanlar.
Aşık olunanın aşık olandan daha güzel olması gerektiğine inanılan zamanlar işte.
Sevgiliyi öpebilme mesafesinin ona en yakın mesafe olduğunu zannedenlerin, onun ruhunu öpebilmeyi ıskaladığı hatta gereksiz gördüğü zamanlar işte siz anlarsınız beni.
Camlarda ilanlar var.
“Bunu alırsan sevgilin çok mutlu olur” diyorlar, başka bir camda başka bir ilan “bence sana bunu almazsa seni sevmiyordur”
yazıyor.12 parça yemek setine indirgenmiş, pırlantanın büyüklüğü oranında aşkın da büyüdüğü, Çin’den ithal oyuncak ayının bile “i love you” demesine ihtiyaç duyan ruhların panayırı gibi buralar.
Sadece sevmenin değil sevildiğini göstermenin de ihtiyacını hissediyor insanlar.
Ne kadar çok sevildiğine herkesi şahit tutmak istiyorlar.
Bütün o hediye beklentilerinin altında İnstagram’a atabileceği bir fotoğrafa ihtiyaç duyuyorlar.
“Gevurların icadı hep bunlar, hem zaten kapitalizmin de oyunu” yazısı değil bu.
Valla değil…
Elimizde son kale ruhumuz kaldı, onu da kredi kartına 10 taksit yapmaya çok hevesliyiz yazısı bu.
“En yüksek rakamı kim verirse ona kiralayabilirim teklifleri alalım diyenlerin ödeme gecikince nasıl iflas ettiğinin” yazısı.
Erkeği cüzdan gibi gören kadınların değerli olduğu, menemene ekmek banıp yanına çay demleyince bundan mutlu olan kadınların değersiz görülmesinin serzenişi bu yazı.
Pırlanta gibi tertemiz kadınların silik kaldığı zamanlara bir reddiye.
Bu bir “kaç para ulan bi ruh!” çığlığı.
Ezgi Akgül