Sene 2002…
Özel bir anaokulunda 3 yaş grubu öğretmeniyim.
Günün adı 24 Kasım olunca en cici elbiselerimi giyip okula gittim.
Heyecanla çocukları bekliyordum.
Gelmeye başladılar.
Veliler çocukları ile birlikte sınıfın kapısına kadar geliyor, hediyeyi çocuğu verirken görmek ve duyguma eşlik etmek istiyordu.
Velilerin isteğine ve zamanına göre bazılarını hemen orada açıyor bazılarını sonra açmak üzere kaldırıyordum.
Çocuklar orada açmamı istiyordu çünkü hediyeyi genellikle anneleri onlarsız onlar adına almış oluyordu.
Yani çocuk da en az benim kadar merak ediyordu paketin içinden ne çıkacak diye.
Sınıfta eğitime başlamak ne mümkün.
Velilerim beni seviyor (!) ve hiçbiri boş (!) geçmiyordu.
Dolayısıyla hep kapıda hediye ve çiçek kabulündeydim.
Nihayet tüm çocukların okula girişi tamamlandı.
Mutluluktan ayaklarım yerden kesik biçimde sınıfa döndüm.
Hızlıca gözlerimle sınıfı taradığımda Zeynep’in bir kenarda içini çeke çeke ağladığını fark ettim.
Yanına gittim.
Hıçkırmaktan oldukça zor konuşarak,
“Öğretmenim çok özür dilerim, ben sana hediye alamadım” dedi.
‘Sarıl’ dedim Zeynep’e.
‘Kocaman sarıl. Gözlerimin içine bak ve öğretmenim günün kutlu olsun de.’
Sarıldık sımsıcak Zeynep’le, ikimizde ağlıyorduk.
Aradan geçen yıllara rağmen her anlattığımda, aklıma düştüğünde burnumun direği sızlıyor ve boğazımdaki yumruk daha da büyüyor.
Mesleğimin onuncu yılında Zeynep öğretmişti bana en temel ilkelerden birini.
Onca yıl fark etmeden kaç çocukta nasıl izler bıraktım bilmiyorum.
Düşündükçe içim acıyor.
Böylesi bir durumda ilk refleks küçük bir hediye almayı düşünemedikleri için ailesini sorumlu tutmak olabilir.
Aileler hediye almakla zorunlu tutulabilir mi?
Zorunlu değilse sorumlu da değil.
Ya da hediye kabulünü şova dönüşmesine izin verdiğim için “öğretmen” olarak kıyasıya eleştirilebilirim.
Hayatımın en öğretici derslerinden birini aldığım için o gün bugündür asla böyle bir şey yaşamadım ve yaşatmadım.
Ancak bunların hiç biri Zeynep’in gözyaşlarını ve yaşadıklarını telafi etmez.
Elbette hediye almak ya da vermek her insanı mutlu eden güzel bir davranış.
Ancak tüketim canavarının bize dayattığı önü arkası kesilmeyen özel günler “öğretmenler günü, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, kadınlar günü, doğum günü, evlilik yıl dönümü…” bu naif ve güzel davranışın içini boşalttı.
Hangi rolden olursa olsun değerimizi maddiyatla ölçmemize, sunumunun ne kadar sürprizli olmasına endeksledi.
İçten gelmesi, samimi olması, gönüllülükle alınmasını yerle yeksan etti.
Kültürel dayatmaya kendimizi kaptırıp melekelerimizi kaybederek, bizler de dayatan olarak meselenin öznesi olduk.
Ne kadardır bir öğretmenin değeri?
Neyle ölçülür?
Bir altın kolye? Pahalı bir saat? Markalı bir kravat/şal?
Çoktan başlamıştır veli whatsapp gruplarında toplanacak para miktarı, alınacak hediyenin ne olduğuna dair yazışmalar.
Tamda vakti gereği bunları düşünürken sosyal medyada velilerin üye olduğu gruplar gözüme takıldı.
“Öğretmenin kolay kolay beğenmediğinden tutunda, istemediği halde çocuğu dışlanmasın diye katılanlar, toplanacak parayı sınıf annesine değil de öğretmenin eline tutuşturduğu için hayıflananlar, geçen yıl yüz toplamıştık bu sene yüz elli toplarız ancak bir altın kolye alırız’lar” gibi çerlem çeşit görüşler vardı.
İşini hakkıyla ve severek yapan her meslektaşımın bu yazışmalardan rahatsız olacağına, “öğretmenler günü kutlama” algısının böyle olmasından üzüntü duyacağına eminim.
Bir öğretmen için en güzel hediye öğrencilerinin, velilerinin onun değerli olduğunu hissettirmesidir.
Özel okul, devlet okulu fark etmez.
Yıl boyunca koruyucu ebeveyn tutumundan kaynaklı öğretmenden beklentileri ve eleştirileri ile değersiz hissettirerek yüklediği yüklerin yanı sıra ağır pahalı hediye alarak öğretmenin omuzlarına bıraktığı yük taşınacak gibi değildir.
Bir de buna gruptan ayrı düşmemek için zorunluluktan gönülsüz katılan velilerin yükünü ekleyince durum acılığından yenmez.
Durup bir dakika düşünelim…
Öğretmenlik mesleğini, öğretmenlerimizi, öğretenlerimizi…
Değer verdiğimiz öğretmenlerimize bunu ifade etme yollarını…
Yaşamda bizlere en küçük şeyi öğreten tüm insanları öğretmenimiz bilip, şükranlarımızı sunma fırsatını kaçırmayalım.
Hem de pahalı hediyelerle değil:
Sımsıkı kucaklayarak, gözlerinin içine bakarak, içten gelen teşekkürlerle…
Tüm öğretmenlerimin, öğretenlerin ve bunu fark ettirdiği için Zeynep’in günü şimdiden kutlu olsun…
Özlem Öznur Gökbulut