Küçük oğlum Dude 5 yaşında ve hemen her şey hakkında bir sorusunun olduğu bir evrede. “‘Baba’ nasıl heceleniyor?” “O şarkıdaki dağ nerede?” “Benden önce mi öleceksin?” “İlkokul nasıl olacak?” Eşimin ve benim bütün cevaplara sahip olduğumuza inanıyor ve bu cevapları öğrenmek için soru sormaktan hiç çekinmiyor. Bizim her şeyi bilen insanlar olduğumuzu düşünmesine bayılıyorum. Onun bu çılgın inancını devam ettirmek için sürekli internete başvurmuyorum desem yalan olur. Google olmasaydı oğlumun kafası ne tür bilgilerle dolardı inanın bilmiyorum.
Ergenlik çağındaki diğer oğlum ise pek çok lise öğrencisi gibi çok daha az soru soruyor. Ancak o şu anda flört etme, araba kullanma ve üniversite hakkında düşünme gibi büyük hayat değişimlerinin tam ortasında olduğu için eşim ve ben, oğlumuzun duymaya ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz bilgileri konuşmalarımızın arasına serpiştiriyoruz. Detaylara giriyoruz ve bu önemli detaylarla onun bağımsız ergen zihnine bir şekilde nüfuz etmeye çalışıyoruz.
Mesela onu arabayla bir arkadaşının evine götürürken, birden günlük konuşmaların arasında “En iyisi iki elini birden direksiyonun üzerinde tutmak” ya da “Karda arabayı durdurmak için frenlere yumuşak bir şekilde bas” diyebiliyoruz. Film izlerken araya, “Bond çok havalı bir tip ama kadın zevki çok kötü. Hepsi güzel kadınlar ama eminim sen daha iyisini bulabilirsin” gibi ilişkilerle ilgili tavsiyeler sıkıştırıyoruz. Bazen, “Üniversite, özgürlükle hedonizmi dengelemeyi öğrenmen gereken bir dönem. Yani partilerin arasında ders çalışman lazım” gibi komik yolları da deniyoruz. Kesinlikle bizim her şeyi bildiğimizi düşünmüyor ama biz yine de konuşmaya devam ediyoruz. Evet, hem de bize inanmadığını bile bile.
Bence oğlanlara iyi tavsiyeler veriyoruz. Ama gece geç saatte çocuklar uykuya daldıklarında nedenini anlamadığım bir endişe baş gösteriyor. Ve bir gün bu endişemin açıklaması hiç beklemediğim bir kaynaktan geldi.
Eski New York Belediye Başkanı Ed Koch hayatını kaybettiğinde, bir arkadaşım Facebook’ta onun bir sözünü paylaşmıştı. Eski belediye başkanı bir cevap hakkında kendisini sürekli sıkıştıran bir gazeteciye şu cevabı vermişti: “Sana açıklayabilirim ama senin adına kavrayamam.”
Tüm hayatını bekar ve çocuksuz geçiren birinin bana şimdiye kadar duyduğum en iyi ebeveynlik tavsiyelerinden birini vereceğini asla beklemezdim. Ama vermişti işte.
Bu “bilge” sözleri, çocuklarım için yapabileceklerim, ama daha da önemlisi yapamayaklarım hakkında çok önemli bir hatırlatıcı olarak okuyorum ben.
Bakın nasıl: Çocuklarımıza bilgi verebiliriz, hatta önlerine bilgilerden, gözlemlerden, verilerden, ve kişisel deneyimlerden oluşan koca bir masa kurabiliriz. Ama bunları onlar adına beyinlerine alamayız. Bunları onlar adına kavrayamayız. Biraz sihirli simya sayesinde onlar için uygun olanları kendileri alacak ve kendileri anlamlandıracaklar. Ya da bunu yapmayacaklar. İşte bu “ya da yapmayacaklar” kısmı beni geceleri uyutmuyor.
Kavrama. Anlama. İdrak etme. Bunun genellikle sadece hata yaptıktan ya da acı çektikten ya da başarısız olduktan sonra gerçekleştiğini hatırlatıyorum kendime sık sık. Çocuklarımın acı çektiklerini görmekten nefret ediyorum. Onları görünmez tehlikelerden ve tuzaklardan korumak için sürekli bilgi veriyorum. Hatalar yaptıklarında içim parçalanıyor ama bazı durumlarda bir şeyi gerçekten anlamalarının tek yolunun bu olduğunu biliyorum. İlk kazamı yapana kadar bir araba kullanmanın bu kadar büyük bir sorumluluk gerektirdiğini hiç anlamamıştım. Birine kötü davranana kadar ilişkilerde hem nazik hem de dürüst olmanın neden bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Ancak üniversitede geçirdiğim sıkıntılı bir sömestrin ardından öğrenci partileriyle sabah sekiz derslerini nasıl dengeleyeceğimi öğrenmiştim. (Dürüst olmak gerekirse aslında sabah sekiz derslerini almamayı öğrendim. Ama bazen yanlış dersler öğreniriz ve bu da sürecin bir parçasıdır.) Sorun, bütün bunlar olmadan önce olabilecekler hakkında bilgim olmaması değildi. Sadece bazı hataları yapana kadar büyük resmi görememiştim. Sanırım çocuklarım için de aynısı olacak.
Ebeveynler olarak görevimizin çocuklarımızı bilgilerle yani zorluklara karşı küçücük koruyucularla doldurmak olduğunu düşünüyor olabiliriz, ama gerçek dünyada onları, önlerine çıkabilecek zorluklara karşı hazırlayacak yeterince uyarı yok maalesef. Buna yapabilseydik bile yapmak isteyecek miydik acaba? Hayatın dağınıklığını ve amacını ve keyfini anlamalarının en iyi yolu – açıkçası tek yolu – bu zorluklarla yüzleşmek. Hayat, bilgiden çok daha fazlası. Hayat, deneyimlerden ve açıklayamadığınız duygulardan ve bir şeyleri ilk kez net bir şekilde gördüğünüz anlardan ibaret. Ebeveynler olarak esas görevimiz, “Ben sana söylemiştim” demek yerine onlara anlatmaya çalıştığımız her şeyi en sonunda takdir ettiklerinde yanlarında olmak. Ve onlara Albert Einstein’ın şu sözünü hazırlatmak: “Her aptal bilebilir. Önemli olan anlamaktır.”