Annelik için, dünyadaki en zor meslektir, derler.
Kesinlikle doğru, en basit ifadeyle işinizden istifa edebilirsiniz, eşinizden boşanabilirsiniz; ancak çocuğunuzdan ne boşanabilir ne de istifa edebilirsiniz.
Buna hakkınız yok, çünkü siz ‘annesiniz’.
Siz anne olduğunuz için, mücadele etme gücünü tüketmezsiniz, siz anne olduğunuz için dünyayı çocuğunuz için sırtlayabilecek kadar güçlü hissedersiniz, siz anne olduğunuz için çocuğunuza yürekten bağlılık hissedersiniz, siz ‘anne’ olduğunuz için çocuğunuzun arkadaşı, öğretmeni değilsiniz.
Çocuğunuzun doğumuyla, anne olarak, siz, başroldesiniz!
Annelik, doğuştan gelen bir özellik değildir; ancak, farkındalığı ve bilinci yüksek, çocuğunun özelliklerini iyi tanıyan bir anne ‘akıllı sevgiyi’ yaşamayı, yaşatmayı ve aktarmayı öğrenebilir. Her anne, çocuğu için olumlu olan bütün ‘en’lere, çocuğunun sahip olmasını ister.
Çocuğun çevresinde seçilmiş olan herkesin çabası da, doğuştan getirdiği kapasiteyi en verimli düzeye çıkarmak içindir.
Bu çaba harcanırkenki yolculukta da başrol, genelde çocuk ve annenindir (yeni nesil babaları ve eski nesil akıllı sevgiyi yaşatan babaları unutmamak gerek.
Anne olmanın en zorlu yanlarından biri, ‘yeterince iyi anne miyim’ sorgulamasıdır; hele bir de çalışan anne iseniz!
Yıpratan, cevapsız bir sorgulama.
İyi anne,çocuğuyla arkadaş olan mı, çocuğuna disiplin uygulayan mı, çocuğuna öğretmenlik yapan mı, okuduklarını öğrenci misali hayata geçirmeye çalışan mı?
Hiçbiri.
İyi anne, belki de çocuğuyla beraber olmaktan keyif alan, bu keyfi yansıtan, yerine göre arkadaş, yerine göre öğretmen, yerinde duyguları yakalayan ve yerinde duygularını yansıtan olmalı. İyi anneliğe, mükemmelliğe ulaşmak gerçekçi değil, insan doğasına uygun değil.
Bunu anlayana kadar aradan yıllar geçiyor, artık çocuğunuz anne oluyor ve sizden gelen yansımaları kendi çocuğuna aktarıyor.
Mademki bu yazıyı okuyan annesiniz, farkındalığınızı devreye koyabilirsiniz.
Hedef, mükemmelliği yakalamak değil, mutluluğu yakalamak olmalıdır; mutlu çocuğun mutlu annesi olmak, olmalıdır.
Anneliğin okulu yok, insan olarak kendi zaaflarınızla ve güçlü yönlerinizle tanışıp, kabul edip, barışıp yolunuza devam edebildiğiniz zaman ‘ mutlu sokağı’na giriş yapmış olacaksınız.
Son yıllarda, çalışan anne sayısının artması ve çocukla geçirilen zamanın, azlığının verdiği vicdan azabıyla, çocuk-erkil ailelerde artış olmaktadır; o kadar ki artık sadece televizyonun kumandası çocukta değil; evin tüm kumandaları çocuktadır.
Çocukla az vakit geçirmek, onunla arkadaş olarak telafi edilmez; çocukla arkadaş olmak, sınırların olmamasını gerektirmez. Çocuk, sınırlar içinde kendini daha güvenli hisseder.
Çocuğu sevgiden, şefkatten, ilgiden, destekten mahrum bırakmak sınır koymak şeklinde yorumlanmamalıdır.
Çocuklar gelişimleri için attıkları her adımda, anne-babalarına kendileriyle ilgili mesajlar veriyorlar.
Anne-baba olarak yapılması gereken, bu mesajları okuyabilecek kadar, çocuğun gelişim aşamalarını, yeteneklerini, yetersizliklerini, ilgilerini bilmek, yani çocuğu çok iyi tanımak olmalıdır.
Onun da ayrı bir kişilik olduğunu, kendi duygu ve düşünceleri olduğunu unutmadan sınırların ve kuralların konulması gerekir.
Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır.
Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.
Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır.
Ev ortamı, dış dünya ile parallelik göstermelidir.
Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar.
Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar.
Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, her konuda onu koruyan anne-babaların, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin adayları yetiştirdiğini bilmelidirler.
Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın.
Onun arkadaşı olmak zorunda değilsiniz; zaten birçok arkadaşı var; ancak ona rehberlik edecek, ‘anne ve baba’ olmak durumundasınız.
İleriki yıllarda, akıl ve sezgilerinizi taşımaktan gurur duyan, yaşamınızın bir parçası olmakla kendisini şanslı hisseden bir anne ve baba adayı yetiştirmişseniz; akıllı sevgiyi torunlarınıza da geçirmişsiniz ve mutlu bir çocukluk yaşatıp; ‘mutlu sokak’ sakinlerinin nüfusunu arttırmışsınızdır.
İşte o zaman, geçmiş yıllarda anneliğini yitirmeden arkadaşlık etmenin keyfini şimdi yaşayabilirsiniz.
Layza Ovadya
Uzman Psikolog