Yıllar önce annem ile birlikte çocuğu olmayan titiz bir teyzeye ziyarete gitmiştik.
Hatta bugün olmuş ben o kadına titiz teyze diyorum.
Teyze titiz ya, annem diken üstünde; ya ortalığı batırırsam!
Tabii ben o eve gitmeden önce tembihlendiğim için yerimden kalkamıyorum
Büyükler biraz oturdular.
Çay ve kahve faslı derken birden titiz teyze bana dönüp ” Sen ne biçim çocuksun” dedi.
“Eyvah!” dedim. Yandık.
Kim bilir nasıl bir kusur işledim.
Titiz teyze hemen ayağa kalktı.
Bir sepet getirip önüme koydu. Aç bakalım, dedi.
“A ha! Kesin bana çamaşır katlatacak.” dedim.
Sepeti bir açtım. Gözlerime inanamadım. Bir sürü oyuncak.
Şaşkınlığımı anladı titiz teyze:
“Geldiğinden beri çivi gibi oturdun kaldın, orada . Hadi biraz oyuncak oyna”
Annem hemen ” Ya ne gerek var, şimdi ortalık dağılacak ” falan demeye başladı
Titiz teyze bugün ki anneliğime yön veren cümleleri kurdu
“Dağılsın toplanır, bir çocuk yaşanmışlığı geçer evimden. Hem o dağınıklık değil yaşanmışlık. Bir kere yaşamak için bu yaşanmışlığı 20 yılımı verdim, olmadı. Oyuncaklar, eşyalar eskimek insanlar ise yaşamak için vardır. Çocuk yaşasın ki , oyuncaklar eskisin.”
Ne güzel bir söz değil mi?
Çocuk yaşasın ki oyuncaklar eskisin.
Ne diyoruz dağılana , eskiyene , bozulana, kırılana?
YAŞANMIŞLIK…
Başka türlüsü eşyanın zoruna gider.
Onunda bir ruhu var.
Dilek Cesur’un Instagram hesabından