Çocuklar küçücükken; onlara yemek masasında masal yerine bir yemeğin hikayesini anlatırdım.
Diyelim dolma yiyorlar.
“Ah size dolma yapacaktım, bir baktım ki biber yok. Bindim arabaya biber tarlasına gittim, çiftçiden biber aldım. Çiftçi size selam söyledi. Geldim bir baktım soğan yok. Hadi soğan tarlasına gittim, çiftçiyle topraktan üç kök soğan söktüm. Bir geldim ki pirinç de yok, bindim arabaya pirinç tarlasına gittim. Vay, bi geldim yağ kalmamış, haydiiii düştü yolum ayçiçek tarlasına, önce ayçiçeği topla, sonra ondan yağ yap, şişele gel…. Sonra maydanoz, dereotu, tuz falan…”
Uzun uzun, aralara komik olaylar kata kata, yavruları güldüre güldüre anlatırdım. Ben anlatırken biterdi dolmaları. Çocuğa ekran karşısında yemek yedirmeyeceğim ya, kendi çapımda içerik üretirdim.
Ama gerçekte de bir dolmayı yememiz için kaç çiftçinin çalıştığının hikayesi bu.
Şimdilerde aynı şekilde sofrada “Vay arkadaş yaaa, bu kuzukulağı bizim soframıza kim bilir hangi çiftçinin tarlasından geldi” diyerek “Dünyanın en zor mesleklerinden biri çiftçilik çocuklar” diyerek, “Siz hiç pirinç tarlası gördünüz mü” diyerek, sohbet konuları açıyorum.
Çiftçilere, akıllarına, sabırlarına, çalışkanlıklarına, üretkenliklerine inanılmaz saygı duyuyorum.
Sabah kahvaltıda “masamızda bir çiftçinin elinin değdiği kaç şey var” diye sordum.
Sanıyorum su dışında her şeyi saydık…
Çünkü çiftçi dediğimiz yedi kat el değil, daha dün köyde bıraktığımız anamız, babamız, dedemiz, ninemiz ve onların ahbaplarıdır; hepimize de ağzımıza attığımız bir lokma ekmek kadar yakındır.
Oyuncu Anne – Şermin Yaşar