TUİK 2016 verilerine göre Türkiye’de intihar edenlerin %76’sı erkek. Bu rakam intihar başarı oranı aslında. Gerçek intihar oranları daha başka.

Yine aynı ankete göre intihara teşebbüs eden kadınlar, erkeklerden daha fazla. Ama onlar genelde sağ kurtuluyormuş. 2015’te %72,7 olan intihar oranları 2016’da %76’ya kadar çıkmış. Son verilere ulaşamadım. Muhtemelen seksenleri bulmuştur mevcut intihar oranları.

“Bir erkek neden ölmek ister?”

Bu sorunun cevabını ararken göz attığım 3. Sayfa gazete haberlerinde, büyük oranın geçim sıkıntısı yüzünden olduğunu gördüm.

Kredi borcunu ödeyememe, iflas, alacak verecek davalarında köşeye sıkışma erkek intihar sebeplerinin birincil sırasında geliyor.

Erkekler omuzlarına yüklenen şeyleri artık kaldıramıyor.

Bu intihar oranları üzerinde de parmak izi uygulansa, hepimizin parmağının izine bir şekilde ulaşırdı adli makamlar eminim.

Annenin, babanın, eşin, çocuğun, komşunun, arkadaşın hemen hemen herkesin cesedin üzerinde parmak izi çıkar, saklanacak delik arardık. İntihar oranları sayemizde öbek öbek büyümeye devam ediyor.

Doğduğu andan itibaren anne tarafından süper güç gibi yetiştirilen “aslan oğullar”, ağlayınca baba tarafından “sus bakim erkek adam ağlar mı” diye susturuluyor. Biraz kibar olsan arkadaşların “muhallebi çocuğu” yapıyor seni, işsiz kalsan “ne beceriksiz adamsın” diyor karın. Hep güçlü en güçlü sen olmalıymışsın gibi hissettiriyor toplum sana. Olamayınca da tökezliyorsun haliyle…

Çok güçlü olduğun imajın bozulmasın diye ne kimseye derdini anlatabiliyorsun ne de bir uzmandan yardım almayı kabul ediyorsun. Çünkü toplum seni küçük yaştan itibaren “başarı” odaklı büyütüyor ve başarılarının çetelesini de sayısal veriler ile tutuyor. Erkeksen başarın kaç ev alabildiğin ne kadar maaş kazandığın ile ölçülüyor. Rakamsal olarak toplumu tatmin edemediğin hiçbir başarı başarıdan sayılmıyor artık.

Daha çoğunu en çoğunu istediği yetmez gibi en pahalısını en gösterişlisini isteyen kadınlar, erkekler üzerinde baskı unsuru olmaya başladı. Mesela o cüzdan hep dolu olmalı şak diye masaya bırakılmalı, ayda üç dört defa dışarıdan yemek yenmeli, çocuğun ayakkabısı markalı kadının çantası kaliteli olmalı ve bunları temin ederken mümkünse karısını da çalıştırmamalı. Tek başına hepsini hallederken eve suratı asık gelmemeli.

İyi bir eğitimi olmalı, yakışıklı olamıyorsa komik olmalı, askerlik okul iş bulma falan derken en az 25’e kadar evlenmeyi aklından bile geçirmemeli ama bu sürede namusunu da muhafaza edebilmeli. En iyi filmden müzikten o anlamalı, sinemaya konsere gitmeli ve evlenene kadar mutlaka para biriktirmiş olmalı. Bunları yaparken de oflayıp puflamamalı!

Evlenecekse bütün düğün masraflarını o karşılamalı. Gelinin annesinin teyzesinin kızının torununa bile gerekirse bol simli değirmen taşı gibi topuzunu o yaptırmalı. İç mekânı çektirmek yetmez dış mekân istiyorsa hanım kızımız onu da gıkını çıkarmadan karşılamalı. Pastanın en büyüğü, çay kaşığını fiyonklusu, gelinliğin özel dikim olanı, evin havuzlusu isteklerini karşılamıyorsa ortada adamım diye de bir zahmet gezmemeli (!)

Düğünden sonra olan borçları sesini çıkarmadan paşa paşa ödemeli, balayına götürmeyi unutmamalı. O sırada gelinin anasını babasını el üstünde tutmalı, zinhar yüzünü asmamalı.

Prenses doğum yaparsa kapısının süsünü, şerbetinin tütsüsünü, Baby Shower tütüsünü asla kafaya takmamalı. İnstagram babası olma görevini sesini çıkarmadan yerine getirmeli, surat asmamalı.

Eğer boşanırlarsa paşa paşa nafaka ödemeli çocuk yoksa bile bunu yapmalı, çocuk varsa çocuğu haciz memuru eşliğinde görebilir ama abartmamalı. Süreç hakkında kimseye tek kelime etmemeli çünkü erkek adam dediğin konuşmaz, susmalı! Ha kadın konuşur içindeki zehri atar rahatlar ama erkek adam kadın gibi davranmamalı, şişmeli

Bütün bunları yaşarken de ölmemeli!

Ölme!

Bak hala ölüyor, ne biçim erkeksin sen (!).

İşin şakası bir yana erkek kadın madde verdiğimiz değerlerin sayıları arasında kayboluyoruz. Başarı odaklı büyütülen erkekler başarısız olunca çareyi ölümde buluyor olmalılar. İntihar oranları da artıyor hali ile.

Bunun kanıtını Japonya örneğinde de görebiliriz. Bizim buralarda adına “el alem” denilen lobi, Japonya’da da çok etkin.

Japonlarda çok iyi anne olmana gerek yok çok iyi anne gibi görünmen yeterli. Çok entelektüel olmana da gerek yok toplum seni öyleymiş gibi zannetsin yeter. Bizde olduğu iki gibi iki yüzlü bir alışverişten bahsetmiyorum. Ciddi ciddi insanlar “mış” gibi yaşıyor.

İşin ciddiyetini anlayalım diye şu örneği de vermek zorundayım. Toplum standartlarına uymayan çocukları aileleri dilerse mahkemeye veriyor ve mahkemeler aileleri haklı buluyor.

İnsanlar bu yüzden her şeyin “mış” gibisini bulmuş. Dünyanın en pahalı kozmetik firmaları Japon pazarına girince kapış kapış gidiyor. Mükemmel görünmek için servetlerini harcıyorlar. Çocuklar küçük yaştan itibaren kurslardan kurslara koşturuluyor aileler tarafından. Sırf toplum içinde dışlanmamak için.

Bu kadar toplumsal baskı olunca, alkolizm ve İntihar Japon devletinin birinci sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Japonlar intihar eylemine “seppuka” diyor ve bu eylem belli ritüelleri de zorunlu kılıyor. Yani öyle kafama göre öleyim de yok adamlarda. Kurallara uyacaksın, adam gibi (!) öleceksin. Seppuka ile intihar etmeyenlerin cenazelerine sahip çıkılmıyor. Çünkü başlı başına hayat iflası olan intiharı bile beceremeyen adam olarak akıllarda kalıyorsunuz.

Evet bizim toplumumuzda bu kadar “el alem” statükosu olmayabilir, evet biz bu kadar acımasız insanlar değiliz, evet bizler onlara göre empati yeteneği daha gelişmiş insanlarız; ama biz de “el alem ne der” diye kendi hayatlarımızın baş rolü olacakken; figüranlığa razı olmuyor muyuz?

Sonra intihar oranları neden arttı? Ne olacaktı?

Ezgi Akgül
Sosyolog – Yazar