Ahmet Şerif İzgören anlatıyor:

Bir toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum.

Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar…

Diyelim ki, taksi parası 49.75 TL tuttu, ben 50 TL uzattım.

Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak…

Şoför, “Para üstü var mı?” diye aranmaya başladı.

– Üstü kalsın kardeşim, dedim. Döndü bana doğru:

– Vaktin var mı ağabey? Dedi.

– Evet, dedim tek ayağım hala dışarıda…

Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 kuruş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.

– Birader, dedim. 49.75 değil, 50.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?

– Ne alacağım ağabey 50 kuruşu…

– Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.

Döndü bana, attı kolunu arkaya:

– Vaktin var mı ağabey?

– Var.

– Çek kapıyı o zaman… Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız. Beş dakika konuştuk. İngiltere’de profesörden, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakika da öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.

– Ağabey biz Keçiören’de beş kardeşiz. Babam rençberdi benim. Günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize, “Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik, sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.

“Aha!” dedim, “Bizim meslek”, seminerci…

Sordum:

– Ne anlatırdı baban?

– Hayatta nasıl başarılı olunur?

O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara “hayatta nasıl başarılı olunur teknikleri” anlatıyordu.

– Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp, “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, “Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi.

Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyordu ve adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı.

Bizim, yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık.

O amca mahalleden geçerken biz, beş kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire…

Ağabey, biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba, iki çocuğa beş katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?

– Ne bıraktı?

– Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı: “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın…” falan filan. Ağabey, aradan on beş yıl geçti, diğer iki kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.

Biz beş kardeş, beşimizin Keçiören’de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.

Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki:

“Asıl mirası bizim baba bırakmış.” Hepimiz ağladık. Beş kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür…

Çok duygulandım, veda ettim, tam ineceğim:

– Dur ağabey dur, asıl bomba şimdi.

– Nedir bomban?

– Nerede oturuyoruz biliyor musun? O iki kardeşin oturduğu beş katlı apartmanı biz aldık. Beş kardeş orada oturuyoruz, dedi.

Anladım ki, evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras.

Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

Selam ve sevgiyle…