Öğrencilik okumayı, öğrenmeyi, paylaşmayı ve en önemlisi de yaşamı sevenler için dünyanın en iyi mesleklerinden biriydi. Tadına doyulmaz, uzatılabildiğince uzatılırdı. Bırakın üniversiteyi, üzerine mastır, doktora da yapsanız, hızınızı alamaz, dahası yok mu denilirdi. Üniversiteyi bitirenler parmakla gösterilir, derin saygı duyulurdu. Öğretmen ya da profesör denildiğinde akan sular dururdu.

“Okumuş” sıfatı, en önemli övünç sözcüklerinden biriydi.

“Biz bu saçları değirmende ağartmadık” gibi “Bu mesleği öğreninceye, bu diplomayı alıncaya kadar az dirsek çürütmedik” deyimi de boşuna değildi.

Nereden nerelere geldik.

Her şey gibi eğitime, karneye, diplomaya bakış açısı da değişti.

Her şey gibi onlara da daha kolay ulaşılır hale gelindi.

Bir değil, birkaç diploması olmayan kalmadı.

Karne heyecanı

Sınıfta kalma yok gibi.

6-7 zayıfı olan bile bir üst sınıfa geçebiliyor.

Yine aynı şekilde, takdir ve teşekkür almayan da yok gibi.

Hormonlu notlar havalarda uçuşuyor.

MEB ne kadar isyan etse de alan memnun, veren memnun.

Peki ya sonrası?

Ne siz sorun ne de biz anlatalım.

Hadi gelin bugün bir değişiklik yapalım ve öğrenciler yerine kendimize karne verelim! Eğitimde kim ne kadar sorumluluklarını yerine getirdi?

Eleştiri ve kabahatli aramanın ötesine geçip kim ne yaptı?

Hangi konularda taşın altına kim elini koydu?

Örneğin ebeveynler, MEB, YÖK, ÖSYM, üniversiteler, rektörler, müdürler, öğretmenler ve biz medya mensupları üzerimize düşenin ne kadarını yaptık?

İçimizde alkışı hak edenler, sadece ve sadece daha iyisi olsun diye çırpınan öğretmenler, öğrenciler ve bir de velilerdi.

MEB ve YÖK’ün karnesi ne olur?

Hele ki ÖSYM’nin?

Bu kişiden kişiye değişir ama siz yine de çuvaldızın en büyüğünü önce kendinize batırarak bir karne vermeye çalışın.

Çalışın ki ikinci yarıyılda eğitimi çok daha ciddiye alalım.

Eğitimi memleket meselesi olarak görüyor ve daha iyisini istiyorsak, şikâyet etmenin ötesine geçip, elimizi taşın altına koymalıyız.

Sevinelim mi?

Yakın çevrenizde öğrenci varsa karnelerine bir bakın.

Hele ki özel okullarda ise daha bir dikkatli bakın.

Takdir, teşekkür almayan var mı?

Tüm dersler çok iyi ama sonraki yıllarda sınav sonuçları gösteriyor ki pek o kadar da iyi değiller! Peki, o zaman nerede hata yapıyoruz?..

Çocuğumuzun öğretmenlerini kendi öğretmenlerimizle kıyasladığımızda, neden bu kadar bonkörler?

Çünkü üzerlerinde baskı var hatta yüksek not vermeyen öğretmen adeta dışlanıyor, okulla ilişkisi kesiliyor ya da günah keçisi ilan ediliyor.

Adil ve objektif bir ölçme değerlendirme sistemi eğitimin olmazsa olmazlarının en başında geliyor.

Eğer o yoksa, gerisi teferruattır ve maalesef bizde ciddi anlamda standart bir ölçme değerlendirme yani not verme sistemi yok!

Moral olsun diye verilen notlar kayıt dönemlerinde ciddi sıkıntılar yaratacaktır! Yaratıyor da.

Sınavlara mecbur kalıyor olmamızın en önemli gerekçelerinden biri de okullarda verilen notların bir standardının olmaması.

Sağlıklı bir ölçme değerlendirme sistemi oturtmadan, eğitimi rayına oturtamayız. Bunu da şimdi yapmayacaksak ne zaman yapacağız?..

Ders değil, tatil!

Tatiller, öğrenci ve öğretmenler, dinlensinler, nefes alsınlar, kafalarını dağıtsınlar diye verilir ama gidin bakın yüz binlerce öğrenci, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da hızlandırılmış kurslarda, yıl içindekinden çok daha yoğun bir şekilde sınavlara hazırlanacak.

Ne olur artık bu yanlıştan kurtulalım. Okul zamanı öğrenciliğin, tatil zamanı da dinlemenin hakkını verelim.

Özetin özeti: Eğitimde başarı bizim, başarısızlıklar başkalarının olamaz. A’dan Z’ye hepimiz sorumluyuz. Daha iyisini istiyorsak hep birlikte inşa edeceğiz.