“Ben…” dedi dedem, “80 yaşıma geldim, artık hayatın tadını alamıyorum. Çünkü hayatın tadı özlemekte. Özlediğim, ulaşmak istediğim hiçbir şey kalmadı. Özlediğim bir şey kalmadığı için de ölmeyi dört gözle bekliyorum.”

Mıh gibi çakıldım kaldım orada.

Sanki hayat ile aramda yeni bir eşiği daha geçmiş tüm kavgalarımı orada bitirmiş gibi hissettim.

” Eskiden… “ dedi,

“Somun ekmek değerliydi mesela kimsede olmazdı. Ayda yılda bir alınır, alınınca o kadar sevinirdik ki. Her kardeşe bir çeyrek ekmek düşerdi, onun da içine toz şeker koyup yerdik. Ben o tadı bugüne kadar hiçbir şeyden almadım. Yoktu, özlerdik ve zevk verirdi. Şimdi buzdolabını açıyorum, ağzına kadar dolu, yiyecek bir şey bulamayıp geri kapatıyorum. Çünkü hiçbiri bana cazip gelmiyor. Akşama kadar bugün ne yesek diye düşünüyoruz, çünkü özlediğimiz bir yemek yok ve yemekler tat vermiyor.”

Bütün gün aklımda bu cümle ile gezdim, “Hayatın tadı özlemekte!”

“Özlemek” fiili bana sıkıntıyı, acıyı, sancıyı, derdi anımsatır hep. İçine düşmek istemeyeceğim bir durum gibi gelir. Bir şeyi veya birini özlediğim zaman ölecek gibi hissederim. Ama o olaya öyle bakmıyor ve insanın özlemeyi de özlemesi gerektiğini özlemeyi kaybetmiş biri olarak söylüyordu.

Hakikaten de bu böyle değil mi?

Özlemini çekip ulaşmak istediğin ne varsa, ulaşınca gözünde değerini yitiriyordu.

“Sahip olmak” bir modern çağ laneti olabilir aslında.

Çocuklarımız “özlemek” fiilini yaşamadıkları için tatminsiz, doyumsuz ve mutsuz. Sahip olmanın hantallığı üzerlerinde, idealsiz büyüyorlar.

Biz sanki farklıyız…

Bu kadar konfor varken hayatımızda antidepresan satışlarındaki bu artış, insanın özlemeyi de özlemesi gerektiğini gösteriyor aslında.

Her şeyin bu kadar az çaba ile elde edilmesi insan yanımızla biraz fazla dalga geçti gibi.

Ezgi Akgül
Sosyolog – Yazar