Gönüllü çalıştığım bir proje için günlerimi masa başında geçiriyorum ki buraya yazmaya bile vaktim olmuyor.
Dün akşam yemekte çocuklar gönüllü çalıştığım işlere neden bu kadar vakit ayırdığımı sordular.
Ben senin yerinde olsam para alırım haa, cümlesini kurdu biri ki, ben de çocuk olsam ben de kurardım.
Yeri gelince konu açmayı pek severim.
Ben de onlara zekattan bahsettim.
Kazandığımız paranın bir kısmını başkalarıyla paylaşmak üzerine konuştuk.
Kazanılan paranın zekatı gibi, emeğin de zekatının olabileceğini anlattım.
Yaptığın işin bir kısmını gönüllü olarak yaparsan ve aynı emeği, aynı sabrı, aynı özeni göstererek yaparsan bunun da bir bedel karşılayabileceğini söyledim.
Sonra yardımlar üzerine epey sohbet ettik.
Neyse gün bugün oldu.
Oğlanlar bisikletle turlarken ihtiyaç sahibi birini görmüşler.
Eve kadar gelmek zor gelmiş, komşuya uğrayıp oradan yiyecek bir şeyler alıp ihtiyaç sahibine vermişler.
Gelince anlattılar.
Şimdi dedim bu senin mi hayrın oldu, Ebru teyzenin mi?
Hayra vesile olmak da iyi bir şey ama, dün konuştuğumuz konuyu hatırlayın.
Siz para kazanmıyorsunuz ama sahip olduğunuz epey şey var.
Ben emeğimin zekatını veriyorsam, siz de oyuncağınızın, kıyafetinizin, kitaplarınızın zekatını verebilirsiniz.
Hazırlayın, onlardan da götürüp verin, dedim.
Koşa koşa odalarına gittiler. Hazırlayıp ilettiler.
Sonra kendi çocukluğumu hatırladım.
Bakkala gelen fakirlere yiyecek verip zenginlerin hesabına yazmıştım.
Dedem “Hayır başkasının parasıyla olmaz, kendi paranla olur” diye basmıştı fırçayı.
Yapacak bir şey yok, demek ki Robin Hood’luk genlerimizde var.
Oyuncu Anne – Şermin Yaşar