Seminer sonrası bir baba benimle bir sorununu paylaştı. Sekiz yaşındaki oğlu ilkokul üçte artık hiç dersle ilgilenmez, öğretmeni umursamaz hale gelmiş…
Sadece okul değil evde anneyi babayı umursamıyormuş; okulla ilgili her şeyi, kitap okuma, ev ödevini yapma, okula zamanında gitme konusunu tamamıyla umursamaz durumdaymış; ne söylerlerse söylesinler, artık hiç duymuyormuş.
“Biz anne, baba olarak kendimizi çaresiz hissediyoruz, ne yapabiliriz,” diye sordu.
Düşündüm; bu çocuk doğduğunda böyle değildi.
Bildiğim şu ki, çocuk doğduktan altı saat sonra iki sorunun cevabını bulmaya çalışıyor:
1- Güvende miyim?
2- Olduğum gibi kabul ediliyor muyum? Yani çocuk doğuştan merak eden, ilgilenen bir varlık; doğumdan sonra etrafında olup biteni tüm varoluşuyla umursuyor, öyle yaratılmış.
Peki, nasıl oldu da bu anne ve baba çocuğu bu hale getirdi?
Adam konuşurken kafamda oluşan soru buydu. Babaya sordum; küçükten böyle miydi, çocukla nasıl bir etkileşiminiz oldu?
Baba büyük bir ciddiyet ve heyecanla, yüzünde konuya önem veren birinin tavrı içinde anlattı:
– Ben oğlumun azimli, mücadeleci ve tuttuğunu koparan biri olmasını istedim.
Buna özellikle dikkat ettim.
Mesela emekleme zamanında önüne bir oyuncak kordum, o oyuncağa doğru emeklerdi, oyuncağa yaklaşıp tam oyuncağı alacağı zaman oyuncağın üstünde durduğu havluyu veya kilimi kendime doğru çekerdim, takip etsin diye.
Yeniden oyuncağın peşine düşer ona ulaşıp yakalamak isterdi, ama bir türlü oyuncağı yakalamasına fırsat vermezdim, hep peşine düşsün isterdim. Oyuncağı uzağa çekip kaçırdığımda, alamayınca ağlardı, ama ağlamasına hiç acımaz, “bırakma, uğraş, ağlama,” der, oyuncağı vermezdim.
Büyünce de hep zorlaştırdım; kolay başarıların adamı olsun istemedim; azimli olsun, herkesin başaramadığı şeyleri başarsın, istedim. Şimdi ilkokul üçte böyle bir tavır beni çok şaşırtıyor.
“Beni hiç şaşırtmadı,” dedim ve devam ettim;
– Siz bu çocuğa iyi niyetle çok büyük bir kötülük yapmışsınız.
Bir insanın azminin, sebatının kaynağı onun ‘ben yapabilirim’ duygusundan kaynaklanır. Siz çocuğunuza ben yapabilirim duygusunu yaşatmamışsınız! ‘Ben yapabilirim’ duygusu çocuklukta zaman içinde deneyimle, yaşayarak yavaş yavaş oluşur, inşa edilir. Nasıl inşa edilir? İşte bu noktada sizin yanlış bir varsayımınız varmış.
Gerçekte çocuk ‘ben yapabilirim’ duygusunu başararak inşa eder, hedefine varıp, oyuncağı eline alarak başarı duygusunu kazanır.
Babaya ben doktora öğrencisi iken benimle aynı ofiste çalışan bir genç babanın bana öğrettikleri üzerinde durdum, o hikâyeyi anlattım.
Anlattığımı dinledikten sonra, “Siz sandalyeye çıkan çocuğa yardım etmişsiniz, ben ise zorlaştırıyordum,” dedi.
“Evet, siz zorlaştırıyordunuz,” dedim ve açıklamaya devam ettim;
– Ben kolaylaştırarak çocuğun başarı duygusu yaşamasını engelliyordum.
Çocuk kendisinin doğal olarak uğraşarak elde edeceği bir şeyi, benim yardımımla uğraşmadan elde ediyordu. ‘Ben onun zaferini çalıyordum.’ Bu doğal sürece müdahale etmekti.
Sen de doğal sürece müdahale ediyordun ve onun zaferini çalıyordun.
Emekleyerek ulaşıp alabileceği, aldıktan sonra bakıp inceleyebileceği bir şeyden onu mahrum ediyordun.
Ve üç dört denemeden sonra çocuğun vardığı sonuç şu oluyor: “Heveslenme, ulaşmaya çalışma, senin kaderin ulaşamamak, başaramamak.”
Bu çocuk o kadar hayal kırıklığı yaşamış ki, artık heveslenerek kendisine hedef koymaktan vazgeçmiş durumda.
Ve bilinçli bir şekilde müdahale edilip, danışmanlık alınmazsa, sadece eğitim hayatında değil, evlilik için eş seçişinde ve tüm evlilik hayatında, meslek seçiminde ve meslek yaşamında ömür boyu devam eden bir tavırdan kurtulamaz.
Kendinden kat kat yeteneksizler onun çevresinde başarı yaşarlarken o umutsuzca onları seyreder. Etrafımızda gördüğümüz soğuk, bıkkın, küskün ve öfkeli inanlar sürüsüne biri daha eklenir.
– Hocam çok acı bir tablo çizdiniz.
– Tabloyu siz çizdiniz, ben size bu tablonun ne olduğunu anlatıyorum. Tabii benim için önemli olan soru, sizinle ilgili bir soru.
– Nasıl bir soru?
– Siz nasıl bir ailede, nasıl bir çocukluk yaşadınız ki, bu son derece sevgisiz ve sağlıksız davranışı çocuğunuza yapabildiniz?
– Benim babam çok mükemmeliyetçiydi. Yaptığım hiçbir şeyden memnun olmazdı.
– Teşekkür ederim, daha fazla anlatmanıza gerek yok. Nesilden nesile aktarılan hastalıklı bir dünya görüşünden söz ediyoruz.
Daha sonra kendisine tanıdığım bir gelişim danışmanının adını verdim.
Bu öyküyü sizlerle paylaşmak istedim, umarım sizde ve ailenizde bu hastalıklı tavır yoktur.
Doğan Cüceloğlu