“Ben çocukken çok ezildim aman çocuklarım ezilmesin” diye onların yapması gereken bütün işlere tek başına koşturan, onların alması gereken bütün sorumlulukları sırtlanan bir arkadaşım vardı.

Sonunda kaçınılmaz olan gerçekleşti ve anne tükendi, çabuk sinirlenen, her şeye çabucak parlayan, hatta kendi deyimiyle evde terör estiren bir kadına dönüştü.

Haklıydı çünkü herkes artık kocaman olmasına rağmen su içtiği bardağı bile mutfağa götürmüyor, çıkardıkları çoraplar salonun baş köşesini süslüyordu.

Hem çalışmak hem de evdeki yaşayan bütün fertlerin bütün sorumluluğunu tek başına sırtlanmak fiziksel olarak onu çok yoruyordu.

Haliyle fiziksel yorgunluk da tahammülsüzlüğü beraberinde getiriyordu.

Ona dedim ki,

“Eşin dahil herkesi bir akşam masanın etrafında topla. Onlara güzelce mısır patlat. Ve bundan sonra evinizin kuralları olduğunu ve evdeki herkesin kendi sorumluluğu bulunduğunu anlat. Bundan sonra kendi sorumluluğundan başka kimsenin yapması gerektiği şeyleri yapmayacağını kararlı ama sevecen bir tonda anlat ve söylediğini de yap.Eminim ilk bir ay onlara yapmak, sana kararlı durmak zor gelecek. Ama sonundaki haklı, huzurlu zaferi düşün ve geri adım atma” dedim.

Şu an herkesin mutlu olduğu bir ilişkileri var.

Doğru ebeveynlik, kendi çocukluğumuzdaki eksikleri kendi çocuğumuza aşırı dozda yüklemek değildir dostlar.

Bizler çocukluk yaralarımızı çocuklarımızda saramayız.

‘Ben gördüm, o hiç yokluk görmesin’ diye hiç hayır dememek, ‘ben çok yoruldum o hiç incinmesin’ diye üstüne titremek, asıl bu bağlamda onların iyiliği için yaptığımız her şey onlarda onarılmaz yaralar açar.

Onları hayatta savunmasız ve donanımsız bırakır.

İlker’in çocukken bir ekmek almaya bile gitmediğini yazmıştım size.

İlk görevi için ailesinin yanından ayrıldığında çocukluğunda edinmesi gereken bütün yaşam becerilerini, 30’undan sonra edinmeye çalışmak (kesinlikle beni de) en çok onu yordu örneğin.

Bilmem anlatabildim mi?

Funda Uçuk Er