Daldan düşmemek için var gücüyle tutunan o son yaprak olmak, herkes gitse hep orada olmak.
Herkes uyusun diye uyumamak, çoğu zaman hasta olmaya bile hakkı olmamak, onlar yesin diye uğraşırken en son yemek, onların vaktinde onların istediklerini, ihtiyaçlarını karşılama çabasıyla hep kendi vaktinin geleceği güne kadar sabretmek durumunda kalmak.
Bu bir saçını süpürge etme hali de değil üstelik.
Böyle.
Bu işin gereği böyle, doğası böyle, adına ne dersen de…
Evet önce kendine vakit ayır, önce hep sen önemlisin; dile kolay uygulaması epey zor, hele anneliğin ilk yıllarında neredeyse imkansız.
Her şey bir süreç, her şey geçecek, geçiyor elbet;
Sonra başka şeyler oluyor,
Aklına gelmeyenler başına geliyor,
Kara kara düşünmeler, böyle sevmekten yüreğim yırtılacak sanmalar, dünya üzerime geliyor kesin bilgi yayın diye balkondan bağırmak istemeler, Allah’ım benimle ilgili planın ne merak ediyorum, affet diye için için kıyılıp kahveyi tek mi duble mi içsem diye kararsızlıklar ve zamanı tam olarak şimdi şurada durduralım n’olur hiç büyümesinler, ha geçti ha geçiyor derken düne eklenen günler ve geçen seneler, hepsi bazen beş dakikada esen rüzgarın içinde karmakarışıklar.
Ve anne dediğin o rüzgarda, türlü çeşit yağmurda, fırtınada o daldan kopmamak için sıkı sıkı hayata tutunan bir kadın, kendi de çocuk, kendi de yarım, kendi de muhtaç ve nereden bakarsan bak hep büyümek mücadelesinde, hep ‘anne olmak’ çabasında;
Elinde oyuncaklar, boyalar, ardında kim bilir ne türlü hayaller, gözleri gizliden nemli bir hafif tebessüm dudağında, çünkü biliyor ki geçecek -inşallah sağlıkla, hayırla-, ama dilinde hep aynı dua;
Allah’ım kolaylaştır, zorlaştırma!