Sanıyorum 30 yıl oldu.

Bir Ramazan bayramında, memlekette bayramın birinci gününde rahmetli babam, kardeşlerim, enişteler, yeğenler hep birlikte sohbet ediyorduk.

Kapının zili çaldı.

Kapıyı açtığımızda üst kattaki komşumuz eşi ve çocuklarıyla bayramlaşmaya gelmişti. Komşumuz ayakkabılarını çıkarırken, rahmetli babam, komşumuza şöyle seslendi:

– Sen benim evime giremezsin. Lütfen dışarı çık.

Komşumuz, peki deyip gitti.

Yüzümüz kızarmış, biraz da şaşırmıştık. Salona geçip, babamıza neden böyle yaptığını sorduk.

Babam :

Bu adam, alt kattaki komşumuzu, bankadan aldığı krediye kefil yapmış, borcunu ödememiş. Kendi mallarını da başkasının üzerine geçirmiş. Komşumuzun evine icra geldi. Nesi var nesi yok alıp götürdüler. Kaç gündür açlık sınırında yaşıyorlar, dedi.

Ben de babama:

İyi de bu konu bizimle ilgili değil. Biz niye müdahil oluyoruz? diye sordum.

Babam:

Konu bizimle ilgili olmayabilir. Bu ahlâki değerleri düşük insanı evime kabul edersem, mağdur ve namuslu komşumu rencide etmiş olurum. Bu kişi adam değil, demişti.

O günden sonra konu bizimle ilgili olsun olmasın, ahlâksız her türlü eylemde, kaybedeceğim şey ne olursa olsun, dürüst ve namuslunun yanında olmaya karar verdim.

Güçlünün değil, haklının yanında olmanın erdem olduğunu, insanın bir duruşu olması gerektiğini öğrenmiştim.

Daha sonraki dönemlerde rahmetli babam, değerlerin anlatılarak değil, yaşanarak öğrenilebileceğini, gayriahlâki tutum ve davranışlarda bulunan kişilere yönelik toplumsal yaptırımın etkili olacağını, olumsuz davranışların onaylanması halinde bireylerin dürüst ve namuslu olmanın hiçbir anlamının kalmayacağını belirtmişti.

Çocuklara değer kazandırmak istiyorsanız, değerlere uygun yaşamanız gerekir.

Çocuğunuza söz veriyorsanız, sözünüzü tutmanız, dedikodu yapma diyorsanız, başkaları hakkında konuşmamanız gerekir.

Çocuğunuza vergi vermenin bir vatandaşlık vazifesi olduğunu anlatıp, çanta alırken, satıcıya:

Fiş almazsak kaç TL olur?,

sorusunu soruyorsanız, değerleri kazandırmamak için çaba sarf ediyorsunuz demektir.

Öğretmen olarak öğrencilere ders anlatırken değerleri anlatıyor fakat derse 10 dakika geç giriyorsanız, derste ders dışı faaliyetler yapıp, dersi kaynatıyor ve dersten erken çıkıyorsanız, öğrencilere değer kazandıramıyorsunuz anlamına gelir.

Çünkü öğrenciler sizin tutarlı olup olmadığınıza bakar ve ona göre eylemde bulunurlar.

Derste öğrencinin öğrenme hakkından çalarsanız, öğrenci müteahhit olduğunda demirden, çimentodan, işadamı olduğunda vergiden, esnaf olduğunda teraziden, çalışan olduğunda raftan çalmaya başlar. Bu süreç bir domino etkisi yaratır. Hırsızlık, ahlâksızlık yayılır ve üst değer olur.

Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen bulunmaz.

Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar.

En son kalan öğrencileri kâğıtları toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder.

Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle ve saygın şirketlerde iş bulabilirler. Bu öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı?

Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle söyler:

“Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum.”

Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır.

Bizde bu işler nasıl mı olur? 40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler.

Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar.

Sonra ne mi olur?

Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler…

Prof. Dr. Necati Cemaloğlu