Çalıştığım okulların birinde huysuz, kimse ile konuşmayan, selamsız, sabahsız bir meslektaşım vardı.

Yaştan bence baya büyüktü.

Ben o zamanlar tecrübesiz biri olduğum için o kadıncağız hakkında “ne suratsız ne sevimsiz biri, kim bilir öğrencilerine nasıl davranıyor” diye düşünürdüm ama o yılın sonunda en başarılı sınıf o hocamızın sınıfı olmuştu.

Üstelik bir çok da sosyal sorumluluk projeleri yapmışlardı.

Meslektaşına selam veremeyen biri çocukların gönlünü nasıl fethetmişti, şaşkınlık içindeydim.

Tabii bütün ilgimi cezbeden bu hocayı mercek altına almaya başladım. Amacım bunu nasıl başardı, çözmekti.

Nerede görsem selam verip konuşmaya çalıştım.

Gel zaman git zaman arkadaş olmaya başladık. Bir gün beni evine kahve içmeye çağırdı.

Ben de aramızdaki samimiyete biraz sığınarak, kendisini çok soğuk ve sevimsiz bulduğumu ama tanıdıkça fikrimin değiştiğini söyledim.

Neden herkese karşı çok mesafeli olduğunu ve öğrencilerinin nasıl bu kadar başarılı olduğunu sordum.

Acı acı yüzüme bakıp tebessüm etti.

“Annem bana doğum yaptığında hastane de bırakıp gitmiş. Adımı bile hemşireler koymuş. Yetimhanede büyüdüm. Çok ezildim, zor günlerim oldu. Benden yaşça büyük ablalardan yediğim her dayakta hayata küstüm. Kimse ile dostluk kuramadım ama çocukları hep çok sevdim. Her çocuk benim hassas noktamdır. Kendimi onlara adadım” dedi.

Tabii ben yer yarılıp içine girseydim, dedim.

Çok utandım.

Ama bir hayat dersi aldım.

Her sevimsiz görünen yetişkinin arkasında mutsuz bir çocuk saklanıyor.

Önemli olan o çocuğa ulaşıp bir kere sarılmak…

En kuvvetli zehir önyargıdır.

Dilek Cesur